A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

VAHA

04 Temmuz 2019, Perşembe 21:25
reklam yerim makale içi

 

                Vaha. Daha ilkokul sıralarında öğrenmiştik vahanın ne olduğunu. Hatta hayali resimlerle süslenmişti kitabın sayfaları. Ufak bir su birikintisi, ıhtırılıp çökeltilmiş, ağır ağır geviş getiren doygun develer, yarı oturup yarı yatar pozisyonda nargile içen entarili, başı kefiyeli, agelli Araplar, ressamın muhayyelesine göre çizilmiş resimler işte. Hangi kitaptı, kimin eseriydi, kitabın konusu neydi unuttum gitti aradan geçen bunca yıldan sonra. Ama resim dün gibi gözlerimin önünde. Vaha. Ben kendimce şöyle yorumluyorum vahayı; bir insanın dinlendiği, rahata erdiği, dünya gailesinden halâs olup kendini dinleyebildiği yer. Tabi doğru - yanlış bu benim kararım. Herkesin bir vahası vardır. Misal, mahalle kahvesi vaha olabilir problemli ve maddi durumu kifayetli olmayan bir kişi için. Bir müze, sinema salonu, deniz kıyısında  bir çay bahçesi ve bunun gibi yüzlerce yer vahadır insanlar için. Dedim ya her insanın bir vahası vardır ve vahalar kişiye göre değişir.

 

         Şahsen ben çok talihli bir insanmışım ki tam elli sekiz yıl vahada yaşamışım ama farkına varamamışım. Çalıştığım her gemi, çıktığım her sefer benim için vahaların en güzeliymiş ama bunun bilincinde bile olamamışım. Bunu ancak gemiden karaya sürgün edilip bu rezil şehirde yaşamak zorunda kalınca anladım pek acı olarak. Ama iş işten geçti tabi. İnsan elindeki malik olduğu, sahibi bulunduğu değerleri anlayamıyor zamanında. Kaybettiği zamanda iş işten geçmiş, kervan çoktan kalkmış oluyor ve siz giden kervanın ardından bakakalıyorsunuz tıpkı benim gibi. Aylarca boğazdan geçen vahaların ardından baktım ıslak gözlerle. Hiçbir kervan  almadı beni. Yeni yeni vahalar aramak istedim ama heyhat bulamadım kendime göre bir vaha. Selimpaşa’da mukim vaha olabilir sandığım kitaplarım ve gemi objeleri ile dolu evimde bir vaha bulabilirim umudu ise isyanla hitam buldu. Şu obje dedim, filan gemiden gelmeydi. Hurdalığında bulup almıştım. Şimdi ne o çiçek kaldı, ne o geri gelmez günler. İlk denize çıkıp, ilk vardiyaya indiğim gün rahmetli S/S Necat’ın kazan önünden aldığım, çalışma masamdaki bir deniz yolları forsunu taşıyan tabağın içindeki kömür dile geldi. Dedi ki ‘’ Kaptan, ben sana ne yaptım da beni buraya kalebend ettin? Bıraksaydın da bende hemcinslerim gibi yanıp sonsuz döngüde yerimi alsaydım.’’ Baktım etrafıma, evimin her yanını dolduran objelerim teker teker dile gelmeye başladılar. Yalnız benim duyabileceğim gönül gözü ile görüp gönülden hissedebildiğim bir sesle hitap etmeye başladılar. ‘’ Sayın Kaptan ‘’ dediler. ‘’ Keşke bizleri buraya toplayıp sadece kendi zevkin için bir araya getirmeseydin de bizde kaderimizin çizdiği yoldan gidip alın yazımızda yazılı olanları yaşasaydık. Sen kaçınılmaz sonu sadece geciktirdin. Sağ ol ama bizleri doğal ortamımızdan ayırmakla nasıl dilhun ettiğinin farkında mısın? ‘’ Sordum bütün objelerime ‘’ Sizlerde aynı kanıda mısınız? ‘’

 

Büyük bir tankerin bacasında mukim 2 metre boyundaki stim düdüğü ‘’ Kaptan, kusura bakma halisane duygularına saygı duyuyorum ama keşke bizi doğal ortamımızdan ayırıp buraya kalebent etmeseydin de ait olduğumuz tekne ile kaderimizi yaşasaydık. ‘’ dediğinde anladım yaptığım hatayı. Engin  denizleri gösteren lumbuzum ‘’ Kaptan bak halime. Yıllarca dünyanın her yerini gezen ben en azgın fırtınalı zamanlarda bile bakanlara sessiz ve sakin bir ortam sunan ben şimdi ayna olarak hizmet veriyorum. Revayı hak mıdır bu? ‘’ deyince Allah’ım dedim. Ben ne yaptım, ben ne hodbin, ne bencil bir insanmışım ki kendimle beraber bu zavallı objelerimi de ebedi yalnızlığa ve hasrete duçar etmişim. Yapabileceğim bir şey yoktu. Çaresizliğimden bu vahadan da sessizce uzaklaştım. Bıraktım, bütün objelerim ve kitaplarım da kendi kaderlerini yaşasınlar.

 

         Bizim Genel Müdürlüğün alt katında bir özel müzemiz vardı. Deniz yollarının çiçeklerinden arda kalanların toplandığı bir müze. Önünden her gün binlerce kişinin geçtiği ama kimsenin de merak edip başını uzatıp bakmadığı bir müze. Yıllarımızı verdiğimiz o güzelim gemiler heke çıkıp da Aliağa mezbahasında terk-i can etmeden kurtarılabilen birkaç objenin sergilendiği bir müze. Şimdi dünya üzerinde yegâne namü nişanı bir dikili taş iken, o dahi hâk ile yeksan olmuş yüzlerce nasırlı ellerin izini taşıyan dümen dolaplarının, makine telgraflarının, kampana, düdük ve bunlar gibi yüzlerce obje ve tablonun teşhirde olduğu müzemizde bir hafta içinde talan ile hicret etti bir semt-i meçhule, akibet izini hiçbir yerde bulmak nasip olmadı. Şimdi kim bilir hangi hodgam ve kendinin bilmez göt göbek bir takım kodamanların evlerinde süs eşyası olarak kullanılıyordur sanırım. Ve böylece bir vaha daha kaybolup gitti hayatımdan. Kaydı, yok oldu kuyruklu yıldız misali. Kaybolup giden sadece müzemiz değil benim gibi dinazorların, kelaynak misali yaşayan daha doğrusu deniz daüssılası ile yaşamaya çalışan aslında sürüklenen, sürünen, yaşadığını sanan  deniz emekçilerinin bir vahalarının daha yitip gittiğiydi.

 

         Şimdi son bir vaham daha var bu hayatta. Ama o da maatteessüf haftanın sadece bir günü 3-4 saat mihman olabildiğim bir vaha.

 

         Tanrının bütün rahman ve rahmeti üzerine olsun merhum Prof. Kaptan Necmettin Akten bundan yıllar önce beni Uzak Yol Kaptanlar Cemiyeti’ne aza yaptırmıştı. 802 kayıt no’lu üyelik kartı ve sertifikamla rozetimi aldığım zaman duyduğum haz ve zevki anlatmaya kalemim kifayet etmedi ve edemezde. Sonra Kadıköy meydanında bulunan Gündüz Aybay Denizcilik Merkezi’nin salonunda her Çarşamba öğleden sonra mütekaid Kaptan ve çarkçıbaşıların toplandığını, eski anılarını anlatıp çay içip sohbet ettiklerini, eski anılarını tazelediklerini öğrendim. Onlar Ticaret-i Bahriye’den mezun kişiler dedim. Beni ve benim gibi alaylı kişilere aralarında yer olmadığını düşündüm ama yanıldığımı da anladım. ‘’ Biz denizciyiz. Aramızda biz mektepliyiz, siz alaylısınız, siz asker kökenlisiniz diye bir ayrılık yoktur. Hepimiz uzak yol kaptanı ve baş makinistleriz, mühendisleriz, müsterih olun ve her daim buyurun gelin. ‘’ dediler.

 

         Öyle bir atmosferle karşılaştım ki tarifi gayri kabildir. Şirkette genel müdürüm olan kaptanlarda var. Çalışırken yanlarına gitmemizin mümkün olmadığı kişilerle çay içip sohbet etmek mutluluğuna eriştim. Meslek büyüklerimin sohbetlerini dinlemek, hatıralarını duymak bunlar anlatılabilecek hazlar mıdır ki? Yıllar önce aynı gemide çalıştığım bir gv. 3 zabitinin şimdi çoktan emekli olup 90 yaşında bir beybaba olduğunu görmek inşallah herkese nasip olur. İşin en güzel yanı da bu beybabalarla ruberu sohbet edebilmek. Mutluluğu düşünebiliyor musunuz? Bazen tanıdığım veya tanımadığım sadece ismini duyduğum bir büyüğümüzün irtihal ettiğini duyup hüzünleniyoruz. Ve ortak söyleşi önce rahmet okuma ve ardından da eh sırasıdır, sıra bize de geliyor muhabbeti.

        

         1954 mezunlarından deniz aşığı, yılların kaptanı yazar ve kendi ofisinde brokerlik yapıp işim, aşkım ve ekmeğim diyerek yıllarını denize adayan 15’i mütecaviz kitap yazmış saygıdeğer Kaptan Oktay Sönmez Beybaba maalesef alzheimer illetine duçar olup evinde tedavi edilmekteymiş. Mumaileyh lütfedip tarafıma “ Saygıdeğer Kaptan deniz aşığı Tuncay Alpman’a sevgilerimle ‘’’ diye imzaladığı kitapları kütüphanemin en kıymetli eserlerinden ama aralarında bir tanesi var ki, değerini biçmekten acizim. ‘’ Anılarda Gemiler ” kitabın adı bu ve içinde tam 55 adet çiçeğin hayat hikayesi var. Bulup okumanızı tavsiye ederim meslektaşlarım ve birde bu gemilerin 40’dan fazlasını görmüş bir kısmında çalışmış bir dinazorun hissettiklerinizi anlayabilir misiniz? Bu kitap benim başucu kitabım ama artık okuyamıyorum çünkü ezberledim. Oktay Baba’nın hayatı boyunca topladığı gemi objeleri, kitapları, tabloları kızları tarafından Denizciler Federasyonu’na bağışlandı ve diğer meslektaş ağabeylerimizin bağışladığı diğer objelerin yanında yerlerini aldı. Şimdi Oktay Baba’nın ofisindeki büyük bir dümen dolabından yapılmış orta masasının üzerine çay bardaklarımızı koyuyoruz. Bende anında kararımı verdim. Bütün kitap ve objelerimi Denizciler Federasyonu’na bağışlayacağım. Belki öte tarafa kavonça edip gök gemisine tayinim çıktıktan sonra bu objelere bakıp da bu dünyadan deniz manyağı bir dinazor daha eksildi derler kim bilir? Hoş ne derlerse desinler umurumda değil ben şimdi bu son vahamda o kadar mutluyum ki keşke her gün toplanabilsek.