A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

AYI İHSAN

21 Mart 2018, Çarşamba 17:30
reklam yerim makale içi
 
 
AYI  İHSAN
 
        Cankurtaran’daki evimizdeyken tanıdım onu. Mahallenin gençlerinden biriydi. Esasında amcazadem Mete’nin arkadaşlarından iri yarı, hafif bön, kilolu, ablak yüzlü, kocaman elli ayaklı bir genç irisiydi. Ailesi hakkında bildiğim babasının olmadığı, genç yaşta vefat ettiğiydi. Hayatta bir annesi vardı bildiğim kadarı ile. Karşılaştıkça selamlaşırdık pek bir arkadaşlığımız yoktu. Annesi sağlıyordu geçimlerini, evlere çalışmaya filan gidermiş kadıncağız. Ben o zamanlar rahmetli amcamın tavassutu ile Devlet Deniz Yolları’nın yolcu gemilerinde çalışıyordum. Tabii zurnanın son deliği bile değildim. Ha şu anda dahi ne iş yaptığımı hatırlıyamıyorum. Kamara memurları, baş efendiler amcamın hatırına kollarlardı beni. Kumanyalık  getir götür, temizlik işlerine filan bakıyordum. Aklım fikrim güverte sınıfına geçmekti. Ama yaşım tutmuyordu. Askere bile gitmemiştim. Gemilerle gezip duruyordum işte. Çok sıkışık anlarda yemek servislerinde büfeye çıkar servise yardım eder, bulaşık filan yıkardım. Derdim gemi ile ilgili her şeyi öğrenerek ileride imtihanlara girip kaptan olabilmekti.
        Sonra amcamın delaleti ile İhsan, yani lakabı ile müsemma Ayı İhsan’da İşletmede bir işe kavuştu. Ve de o sırada benim görevli olduğum S/S Samsun gemisine geldi. Galiba üçüncü mevki de kamarot olarak görevlendirdiler. Şimdi aradan yıllar geçti tam hatırlayamıyorum. S/S Samsun İtalyan yapısı stim türbin makinalı bir yolcu gemisi idi. Kardeşi S/S İskenderun ile Akdeniz hattında çalışırlardı. İstanbul, İzmir, Hayfa, İskenderiye seferleri yapardık karşılıklı. Bayağı yolcumuz olurdu. Gemilerimiz pek popüler idi o yıllarda. Ne kadar çalıştık beraber, nerede ayrıldık, niçin ayrıldık bunlar o kadar eski hatıralar ki çok detayı unuttum, kaybolup gitti mazinin tozları arasında hatıralar.


S/S Samsun - Ali Bozoğlu arşivinden
 
        Gemi Süvarisi rahmetli Adnan Kaptan’dı. Adnan Ülgezen. İkincisi gene rahmetli Şaban Borucu. Gemi resmen faşizan bir disiplin anlayışı ile yönetiliyordu veya bana öyle geliyordu o zamanlar.
        Biz gemide mahalleden de tanış olduğumuz için daha da kaynaştık. Kıç altında personele ait oniki veya ondört yataklı bir koğuşta yatardık, altlı üstlü ranzalarda. Sintine fareleri misali geminin alt bölümlerinde çalışır, zaman geçirirdik. Resmen parya muamelesi görürdük. Yolcu için de gezmek, yolcu ile konuşmak yasaktı. Yolcu memnuniyeti esas alındığı için de personel hakkı filan yoktu. Yasak, yasak, yasak..
        Geceleri çıkardım başüstüne. Ortalıktan el ayak çekilince. Pruvaya gider nöbetçi gözcünün yanın da durup onunla vardiya tutar bir şeyler öğrenmeye çalışırdım, artık ne öğrenilecekse. O zamanlar şimdi ki gibi modern seyir aletleri yoktu. Dümen bile elle tutulurdu. Oto pilot hayal  bile değildi. Benim gibi paryalar içinse dümen tutmak, dümene çıkmak ütopyadan da öte bir şeydi. Ancak gece karanlığında pruva gözcüsünün yanına gidebiliyordum gizli gizli. O zamanlar seyirde her geminin pruvasında bir gözcü pruva vardiyacısı bekler, gözcülük yapardı. Anlaşılan o zaman ki kaptanlar radara güvenemiyorlarmış.
        Bir gün İskenderiye Limanı’nda İhsan’la izinli çıkmış dolaşıyorduk. Ali Paşa Caddesi’nde hırpani kılıklı, yarım pabuçlu pis bir arap yaklaştı yanımıza. Arapça bir şeyler söyledi ama gayet tabiidir ki hiçbir şey anlayamadık. Arap ısrarla haşhaş ı fî  deyip duruyordu. İhsan’da herifi başımızdan savmak için ha ha  haşhaş-ı fî deyince arap bir parladı, ya hınzır, haşhaş-ı fî ha, vallahülazim, billahülkerim haşhaş ha ayva ayva diye yaygaraya başlayınca İhsan’da altta kalmamak için iyice de şaşırdığından  arabı alt etme gayesi ile daha da üst perdeden ya ya haşhaş-ı fî vallahülazim diye feryada başlayınca bir anda etrafımızda bir alay ipsiz sapsız bir arap gürühü peydah oldu. Tam bir curcuna içinde de nereden geldiğini anlayamadığım üç beş üniformalı polis zuhur edip bizi derdest ederek o bağırtı şamata arasında peşimizde bir alay ipsiz sapsız serseri arabın refakatin de tü haşhaş ha haşhaş lafları arasında bu başıbozuk gürühün refakatinde karakol  denen bir mezbeleye getirdiler.
        İçerde bir odada yedi sekiz adam durmadan konuşuyor, kimse kimseyi dinlemiyor, kim kime ne söylüyor belli değil bir tiyatro oynuyordu vesselam. Sonra bizi yan odaya aldılar. O odada biraz daha kibarca üç adam vardı. Gene bir araba Arapça laf edildi. Tabi ki tek kelimesini anlayamadık. Tek anladığımız “haşhaş”
        Adamlardan biri gene İhsan’ı muhatap alarak “haşhaş-ı fî “dedi. Başta da dedim ya İhsan’cık biraz bön bir arkadaşımızdı ve bu olaylar onu iyice ambale ettiğinden bilir bilmez artık kanıksadığı yegane arapça kelimeyi tekrar etti otomatikman. Sözde şirinlik yapacak ya bu sefer sanki öğretilmiş gibi “ayva ayva haşhaş-i fi” der demez orada ki polisin tokadını yedi suratının ortasına… Meğer bize sokakta balta olan pis arap polismiş ve bizi yabancı gördüğü için haşhaş var mı? diye sorarmış.      Bizde haşhaş-ı fi yani haşhaş var deyince hadi yallah anında derdest ile karakolu boylamışız.
        İhsan’ın ne düşündüğünü bilemem ama benim aklında geminin hareket saatinin yaklaştığı için eğer zamanında gemiye dönemezsek kamara memuruna ne cevap vereceğimizdi.
        İki saate varan bu soruşturma soytarılığı hitamında herifler o arap akılları ile bile bizim iki adet salak olduğumuzu anladılar anlamasına ama, biz kimdik, piyangodan çıkmadığımıza göre nereden gelmiştik? İhsan’ın zaten eksik olan aklı yediği tokattan sonra büsbütün dumura uğramış bön bön bakarak bir şeyler anlamaya çalışıyor ve bir yandan da yanağını ovuşturuyordu. Bizi istinkak eden polis durmadan konuşuyor ama bir şey anlayıp anlamadığımızın farkına bile varmıyordu ki matlup hasıl olsun. Sonun da aklıma geldi. Gemiden verilen shore passe’mi çıkarıp uzattım. Adamlar sonunda anladılar durumu. Telefonlar çalıştı. Tabi arap zihniyeti ile. Orada ne kadar kaldık bilmiyorum. Sonunda baktık kapıdan ikincimiz Şaban Borucu girdi ardında koca göbekli kel bir herifle. Sonradan öğrendik ki acenta imiş. Geminin hareket saati gelip geçmiş. Tabi biz eksik olunca immigration çıkış izni vermemiş, o sıra da acentaya bir telefon gelmiş. Samsun gemisi personelinden iki avanağın  gözaltına alındığının gemiden bir yetkilinin gelip bir takım kağıtları imzalayıp bu salakları teslim almasını istemişler. Neticede ikinci kaptanın acenta ile gelip bizleri karakoldan alıp gemiye götürmesine karar verilmiş. Velhasıl döndük gemiye Şaban Kaptan’ın ateşin bakışları altında. İskele tavasına adım atar atmaz gemi hareket manevrasına başladı.
        Gemi daha mendireği çıkmadan kamara memurundan sıkı bir zılgıt yedik. Tam çok şükür bu vartayı ucuz atlattık diye sevinirken ikinci kaptanın bizi çağırdığı haberi geldi. Çağrıyı getiren gemicinin peşinden yollandık o her zaman girmek istediğim davlumbaza. Aman Allah, amanda aman, bir Kızılderili toteminin suskun ve sesizliğine ateş saçan gözleri de ilave edin ve bizi süzen rahmetli Adnan Kaptan’ı getirin gözünüzün önüne. Elleri arkasında dik ve sabit bakışlarla bizi süzen ama tek bir kelime etmeyen, bizi çiğ çiğ yemek isteyen Adnan Kaptan. Tek kelime etmeyen, konuşmayan ve sadece bakan, bakışları ile ezen Adnan Kaptan. Birşey söylese, bir kelime etse, bağırsa, dövse, sövse razıyım fakat böyle dik dik bakması, tek kelime etmemesi insanın aklına neler neler getirmiyorki. Tabi o zamanlar deniz de pek yeniyim. Kaptanın yetkilerinin neler olduğunu bilemiyorum ki. Ulan diyorum içimden bu bakışlar hayra alamet değil şimdi ister misin bu herif alın götürün bu herifleri asın pruva direğine derse  ne halt edebilirim diye düşünürken Şaban Kaptan makinalı tüfek gibi saydırmaya başladı. Vallaha geçmiş gün neler söylediğini tam olarak hatırlayamadım. Çünkü o sıra idam edilmeyeceğimizi anlamış en nihayet bir sopa yer kurtuluruz diye işi kendimce bağlamış ve davlumbazı seyretmeye dalmıştım. Ama genede Şaban Kaptan’ın sözlerinin pek de yenilir yutulmaz şeyler olduğunu anlamıştım. Şaban Kaptan sözlerini bitirdi ve sancak-iskele ikişer Osmanlı tokadı ile de noktayı koyduktan sonra s….. etti bizi davlumbazdan. Oh be işittiğim azara da yediğim tokada da değdi be, davlumbaza çıkabilmiştim işte.
İstanbul’a dönüşte mi, ayrıldık gemiden. Bir iki sefer sonra mı tam hatırlayamadım.
        Askere gittim sonra. İhsan da askere gitmiş. Ayrılmış işletmeden bermutat. Ben tezkere alınca D. B. Cargo’ya girdim. Yıllarca uzak seferlerde çalıştım. Duydumki İhsan askerden gelince polis olmuş. Toplum polisi.
Yıllar sonra 1968 yılının yaz başlarında gördüm onu. İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısının önünde. Müfreze halinde nöbetteydiler. O zamanlar toplum polislerine furuko derlerdi. Başlarındaki kasklara nazire. İhsan gibi iri yarı olanlara da aile boyu der kızdırırlardı. Ama o zaman poliste bile bir hoşgörü vardı. Öyle gaz fişeği toma moma yoktu. Güler geçerlerdi çoğu kez. Birden karşımda görünce şaşırdım, görev başındaydılar, fazla konuşamadık. Gene aradan yıllar geçti. Almanya’dan izinli geldiğim 70’li yılların sonun da bir cankurtaranlılar gecesi düzenlemiş Mete ve arkadaşları Kumkapı’da. Şimdi yerinde yeller esen, yerine park yapılmış bir restoranda buluştuk eski arkadaşlar. İhsan geliyor dediler. Baktım iki dirhem bir çekirdek  teşrif etti İhsan. Takmış takıştırmış, gayet şık, havalı, parmakları yüzük dolu, gravat iğnesine kadar altınlar içinde. Komser olmuş. Kaçakılık şubesindeymiş. Evlenmiş, çocukları olmuş. Oturduk epey eskilerden anlattık, gülüp söyledik, içtik gece hitamında da ayrıldık her kez gitti yoluna. Ben de beş on gün sonra döndüm Almanya’ya. Bu benim İhsan’ı son görüşümmüş.
        Merter taraflarında ev almış. Emekli olmuş ve de bir gün irtihal etmiş sekte-i kalpten epey zaman önce.
        Bugün İskenderiye Limanı’nda shıfting yaparken hatırladım Ayı İhsan’ı ama S/S Samsun Gemisi’nin kumanyacı yamağı olarak değil de M/T Orıon’un süvarisi olarak. 
 
                                                                                                                                                                                                                               02.04.2009 alexandra
                                                                                                                                                                                                                                           M/T Orion