“Denizciliğin Zorluklarını Azaltan Yeni Bir Form Doğuyor” 2. Bölüm
25 Ağustos 2025, Pazartesi 14:22“Denizciliğin Zorluklarını Azaltan Yeni Bir Form Doğuyor” adlı röportajımın ilk bölümünü aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Oyun Değiştirici Bir Formun Doğuşu: TCG TUFAN
Her icat bir ihtiyaç ile başlar ve ihtiyacın büyüklüğü, icadın değerini belirler. Bir gemi mühendisi, vatani görevini yapmak üzere askeri gemimiz olan P333 - TCG TUFAN hücumbotuna biner. Bu mühendis, bu kış mevsiminde hayatının en berbat denizcilik anılarını biriktirmekle birlikte hayatının en büyük denizcilik keşfini de bir arada yapar. Çünkü çarşaf gibi bir deniz, hiçbir zaman mahir bir denizci yetiştirmemiştir… İsterseniz bu bölümde fikrin doğuşunu, fikir sahibinden dinleyelim.
Selim Bey, bu fikir ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Ben vatani görevimi, 55 metre uzunluğunda bir hücumbot olan TCG TUFAN gemisinde yaptım.
Bu sınıf hücumbotlar çok hızlı gemiler. Deniz Kuvvetleri bu gemilere çok görev veriyor. Limanda durdukları süre çok azdı. Çoğunlukla devriye gezerdik. Kış aylarında, hızlı küçük bir gemi. Bazı görevlerde birkaç gün boyunca hızlı yol almak zorunda kalırdık. Bu seyirlerde mürettebatın %90’ını deniz tutardı. Ben de deniz tutanlardandım. Çok kötü bir hal, çok berbat bir hal. Çok dua ettim. Buradan kurtulursam, söz Allahım, şunları şunları yapıcam, şunları şunları yapmıycam diye ?. Kusmak en basitiydi, normaliydi. Beraber aynı lavaboya kustuğumuz tertiplerim vardı ?. Uzun seferlerde, en az sallanan bölüm olan makine dairesinde misafirlerimiz olurdu ? Bir keresinde, bir askerin safrası patlamıştı deniz tutmasından. Limana zor yetiştirdik, ölmek üzereydi. Kolları kasılmıştı. O manzarayı asla unutamam. Bütün bunları görünce anladım ki, gerçekten kışın bir savaş çıksa, bu hücumbot mürettebatının işlevselliği, performansı aslında çok düşecek çünkü çoğu pert olmuş durumda. Ve yine şunu düşündüm, eğer gerçekten, dalgalardan çok etkilenmeyen bir savaş gemisi tasarlanabilirse, stratejik bir üstünlük elde edebilir. Sadece mürettebatının performansı / etkinliği açısından bile bakılsa üstünlük bu az sallanan gemilerde olur. Tam olarak o hücumbotun içerisinde teorik olarak tasarım yapmaya başladım. Kareli bir defter, kalem ve silgiyle tasarım ve hesaplamalara başladım. Çarşı izinleri oldukça internet kafelerde, benzer gemi örneklerini inceliyordum. Üniversite notlarına tekrar erişim sağlayıp kritik bilgileri tazeliyordum. Özellikle, gemi direnci, dalga mekaniği, platform hidrodinamiği gibi ders notlarını neredeyse en baştan tekrar çalıştım diyebilirim. Neticede nihai bir tasarıma ulaştım. Teorik bir tasarımdı. Hiçbir veriye analize, modele dayanmayan, tahmini – teorik bir tasarımdı. Ama bu formun temeli bu teorik tasarımdır diyebiliriz.
Bu teorik tasarımı, gerçek bir projeye veya bir prototipe dönüştürme kararı, cesareti ne zaman, nasıl ortaya çıktı? Ve ilk olarak kimler ile yola çıktınız? Nasıl başladınız?
Gemi, uçak, denizaltı gibi büyük araçların yeni form tasarımları geliştirilirken, öncelikle analizleri yapılır, sonra küçük modelleri üzerinden deneyleri yapılır. Yeterli oranda başarı sağlanırsa, gerçek boyutlardaki prototipe geçilir. Çünkü maliyetleri çok yüksektir. Bizim projemiz de yeni bir gemi formu olduğu için çok yüksek maliyetler çıkacaktı. Benim maddi imkanlarım, bu maliyetlerin altından kalkabilecek durumda değildi. Zaten araştırmalarım esnasında, bu tasarıma çok yakın tasarımlar da keşfettim. Evet bazı kritik farkları vardı ve bu farklar bence o tasarımların hatalı yönleriydi. Hatta bence o kadar net bir şekilde hatalıydılar ki, ben niye bu kadar basit bir yanlışa düştüklerini bir türlü anlayamamıştım. Ya onlar bariz hatalıydılar, ya da ben daha önce hiç sıfırdan bir gemi tasarlamadığım için, üretmediğim için bilmediğim, göremediğim, atladığım bazı parametreler vardı. Ben de ilk olarak herhalde ben bir şeyleri atlıyorum, diyerek bu tasarıma çok önem vermedim. Neticede proje, ham halde, teorik bir tasarım olarak uzun yıllar kaldı. Aslında bu uzun yıllar içerisinde ara sıra, küçük modeller, maketler yaparak deneme yapmaya çalıştığım da oldu. Bazı umuma açık havuzlarda, yaptığım küçük modelleri yüzdürüyordum. Suni dalga üretmek için farklı ilkel yöntemler kullanıyordum:)
Ama hiç biri ölçülebilen, tekrar edilebilen deneyler değildi. Daha çok eğlence amaçlı hobi gibiydiler. Ta ki, yeğenim bir gün bana; “Dayı, hiç olmazsa patentini alsaydın” diyene kadar ?. Evet, patentin masrafı azdı. Hem patent araştırması yaparken, benzer tasarımlarda gerçekten neden bu bariz hatalar yapıldığını veya benim göremediğim tasarım kısıtlamalarını da belki anlamış olacaktım. Bunun üzerine, yaklaşık 2000 adedin üzerinde patent inceledim. Ve gerçekten tam olarak benim yöneldiğim teorik alanda bir karşılık yoktu. Ben de hala niye bu bariz hataların yapıldığını anlayamamıştım. Bu araştırma sonunda tek bir şeyden emin oldum: Bu tasarımın benzeri yoktu. Bunun üzerine ilk girişimcilik adımını attım. Hala hiçbir finans gücüm olmadığı için, bir finansör ortak bularak yola koyulmalıydım. Birkaç kişiyi sıralamıştım. İlk olarak, en güvendiğim, ticari ahlakını ve vizyonunu takdir ettiğim, üniversiteden arkadaşım olan İnşaat Mühendisi Ramazan Aydın ile görüştüm. Ona, ilk olarak patent masrafları ve küçük bir prototip veya model deneyi gibi düşük masraflara gireceğimizi, eğer güzel sonuçlar alırsak tekrar değerlendireceğimizi söyledim. Çok şükür, çok destekleyici ve teşvik edici yaklaştı. Zaten daha önce birkaç defa bana. Benzeri girişimcilik projelerim olması durumunda destek olmak istediğini söylemişti. Dolayısıyla finans ayağını halletmiş olduk. Bundan sonraki ilk adım patent başvurusu oldu. Teknik yönü ve patent tecrübelerine güvendiğim Elmas Patent ile güçlü bir patent hazırladık ve başvurumuzu yaptık. Onun sonuçlanmasını beklemeden, İkinci adım olarak, küçük bir prototip yaptık. 3,8 metrelik, 2 kişilik, pimaş borulardan, çelik profillerden ve bir benzinli tırpan motorunun ucuna pervane takılmış olan sevk sisteminden oluşan, gemiden ziyade bir platforma benzeyen bu acayip görünümlü aracı, Kurşunlu Yat limanında denize indirirken, limanda 10 tane kaptan, ellerinde çekirdek, beni izliyorlardı :)
İçlerinden biri bana “Oğlum bir düdük filan alsaydın, bir şey olursa bizi çağır” demişti. Hepsi bana engel olmak için uğraşıyordu. Yüzmeyeceğinden eminlerdi çünkü ortada gemi gövdesi yoktu, karina yoktu. Demir çubuklar ve birkaç pimaş boru vardı :) Ben ise, hava durumuna bakıp, özellikle rüzgarlı bir gün seçmiştim. Ne olursa olsun, artık bu formu, dalgalı bir denizde denemek zorundayım diyordum. Prototipi suya indirdik. Yüzüyordu. Sonra tırpanı çalıştırdık, gidiyordu ?. Sonra limandan dışarı çıkıp dalgalara girmek istedim ama tırpan birden durdu. Yağlı benzinin yağı fazla gelmişti, boğulmuştu motor. Defalarca ipi asıldım ama çalıştıramadım. Bu arada rüzgar beni limanın ağzına kadar getirdi. Oradan sonrası dalgalı bir Marmara Denizi :) Ben yine bildiğim bütün duaları okumaya başladım çünkü kış mevsimi. Suya atlayıp kendimi kurtarsam bile hadi soğuk da önemli değil, bu sefer prototipi bırakmış olacağım. Ha gayret son dualar ve son ip çekmeler derken motor tekrar çalıştı. Ben o korkuyla tekrar limandan içeri gerisin geri geldim. O gün, açılmasam da, birkaç önemli deneyi yapmış ve başarmış olduk. Özellikle formun yük yer değişimine tepkisini gördük, tam güçte şahlanma ve durmada burun batırma oranını gördük. Bu veriler bize, devam etmemiz için yeterince güç verdi. Üçüncü adım olarak akış-direnç analizi yaptık. Daha doğrusu yaptırdık. Benim ne analiz tecrübem ne de programım yoktu. Üniversiteden çok sevdiğim bir gemi mühendisi arkadaşımın desteğiyle, kabaca posta kemere tasarımlarını, mukavemet analizlerini, akış analizlerini yaptık. Orta hızlarda, %50'ye varan direnç azalmasını yani yakıt tasarrufunu gördük çok şükür.
Dördüncü adım olarak bir model deneyi yapmalıydık. Burada, 3. bir ortak ihtiyacına girdik. Çünkü ben, hem teknik olarak yeterli değildim hem de gerekli imalat alt yapımız yoktu. Özellikle sanayi ve imalat yöntemleri tarafında çok eksiğim vardı. Yine modelleri yapabilmek, model deney havuzu ve dalga jeneratörü yapabilmek ve uzun süre artarda test edebilmek için bir mekana ve atölye gibi bir altyapıya ihtiyacımız vardı. Hepsini maddi imkanlar ile temin etmek, başlangıç aşamasında çok maliyet riskli olacağı için, bu altyapıya ve bu teknik yeteneklere sahip bir ortak ihtiyacımız giderek artmıştı. İlk prototipimiz olan acayip aracımızı birlikte yaptığımız, çılgın tasarımcımız, Makine öğretmeni İsmail Kula’nın küçük bir Ar-Ge atölyesi de vardı. 3d yazıcıları, cnc, freze gibi küçük atölye imkanları tam bizim ihtiyacımız olan altyapı ve yeteneklerdi. Küçük bir ortaklık payı ile Teknik yönümüzü de güçlendirmiş olacaktık. Çok şükür o da projemize inanmıştı ve kabul etti. Böylece 12 metrelik bir model deney havuzunda dalga jeneratörü ve çekme sistemi de tasarlayarak, yapacağımız modellerimizi test etme imkanına sahip olacaktık.
Projenin tam olarak nerelere varacağından, ne kadar maliyet çıkacağından ve finansör ortağımızın bizi nereye kadar taşıyabileceğinden tam emin değildim. Bu sebeple, aralarda da, finansör ortak ihtimali kişiler listemdeki ikinci kişi olan ve küçük bir işletmeci-yatırımcı diyebileceğimiz, kuzenim Fatih Şahin ile de görüşmelerime devam ediyordum. Tabiri caiz ise benim yedek kulübesindeki finansör ortağımdı. O da projenin daha ilk Ar-Ge aşamalarından itibaren inanmış ve gerekli olduğunda beni destekleyeceğini söylüyordu. Onu da hep yedekte tutabilmek için ve de çevresi ve bağlantılarını da kullanabilmek adına, sembolik, küçük bir ortaklık vaadiyle bizim ekosistemimiz içine aldım. Böylece, resmi şirket kurulmadan önce, projenin sağlıklı bir şekilde hayata geçebilmesi için gerekli tüm altyapı, finans, teknik yetenekler ve yedek kulübesindeki finansör ortak yapısını belirlemiş oldum. Bu 4 kişi, FSM Deniz teknolojilerinin, Ar-Ge aşamasında birleşmiş olan 4 ortağı oldu… Sonra, model deneylerimizi yapmaya başladık. Her seferinde daha güzel ve birbirini destekleyen sonuçlar alıyorduk. Bu da bizi giderek heyecanlandırıyordu. İlk olarak, İstanbul - Bursa arasında sefer yapan 88 metrelik, 1800 tonluk OSMANGAZİ 1 yolcu gemisi ile bizim FSM Modelimizi karşılaştırdık.
Güzel sonuçlar aldık ve daha gelişmiş bir FSM modeli için, ikinci olarak 70 metrelik, 3500 tonluk, PLANET Araştırma Gemisi’nin 1/100 ölçekli modelini yaptık. Karşılaştırma testi olarak kendi FSM formumuzu da aynı değerlerde tasarladık ve deney havuzumuzda hem direnç testlerini hem salınım testlerini yaptık.
Özellikle bu ikinci test bizi çok heyecanlandırmış hatta ürkütmüştü çünkü o ana kadar bu kadar farkı hiç birimiz beklemiyorduk. 70 metrelik bir gemiyi, 7 metrelik devasa dalgalara, bordodan maruz bırakmanın simülasyonunu izliyorduk ve neredeyse hiç etkilenmiyordu. Muadil SWATH formundaki model, halbuki dünyada bilinen en az sallanan model idi ve sallanıyordu ama bizim formumuz sanki aynı havuzda değilmiş gibiydi.
O akşam ben, çok stratejik bir keşif yaptığımıza ikna olmuştum. O manzaradan sonra, bu güne kadar, bu projenin ticari yönden başarısına olan inancım hiç değişmedi. Çok umutluydum ve bundan sonrası için de çok umutluyum. O modelin direnç testlerini de yaptık ve %40 -50'ye varan yakıt tasarruflarını gördük…
Ondan sonraki süreç biraz daha klasik geliştirme süreçleri gibi düşünebiliriz. Yani ilk olarak, bizim altından kalkabileceğimiz büyüklükte, 6,5 metrelik küçük bir yat hedefledik ve onun hesapları, analizleri, model deneyleri, ilk imalata yönelik detay tasarımlar, cnc parçalar derken imalat ve montaj aşamasına geçmiş olduk. FSM 6.50 nin doğuş hikayesi bu şekilde.
Bu projeyi, daha büyük mercilere, devlet kurumlarına, büyük iş adamlarına sunarak hızlandırmayı, kolaylaştırmayı düşünmediniz mi? Hiç zorluk çekmeden, her şey tıkır tıkır ilerlemiş olamaz herhalde?
Evet Ar-Ge aşamalarında çok düşündük, çok merciye de başvurduk. Ve evet, kendi başımıza çok zorluk da çektik. Daha kolay bir yöntem olmasını tabi ki isterdim. Aslında bütün yolları denedik bile diyebiliriz. Ama bazen milliyetçi hislerimiz, bazen de şartlar ve kurumlar bizi, bu ilk prototipimizi kendi imkanlarımız ile sahaya koymaya yönlendirdi. Örnekler ile açayım isterseniz. İlk olarak üniversite. İstanbul Teknik Üniversitesi, bizim mezun olduğumuz, kendi üniversitemiz. Bizzat deney havuzu professör hocalarımız ile görüştük. Çok beğendiler ve takdir ettiler. Ama onların şartları ve kuralları gereği, danışmanlık hizmetleri yoktu. Deney havuzu hizmetleri vardı ve rakamlar bizim için çok yüksekti. Onların deney ve analiz hizmeti maliyeti rakamları ile biz teknemizi yapabiliyorduk. Onlar bizi, büyük tersaneler ile ortak bir TÜBİTAK Ar-Ge projesi yapmaya yönlendirdi ama bu sefer de biz henüz patentimiz sonuçlanmadığı için cesaret edemedik. Özel sektörde her türlü dümen dönebiliyor. Neticede küçük bir firmayız… Fakat destek oldular, bizzat B. Devrim Danışman hocamıza özellikle teşekkür etmek istiyorum. Modellerimizi inceleyip, havuz üzerinde küçük manuel dokunuşlar ile değerlendirmelerde bulundu. O bize teknik olarak yetti zaten. Ama üniversiteyle çalışma yönteminin kapalı olacağına kanaat getirdik. En azından ilk aşamada… Patent alma konusunda da biraz zorlandık. Benzerleri var diyerek red yedik önce. Derdimizi anlatmak için patent başkanlığına kadar çıktık. Anlattık. Fakat bizim proje gerçekten farklı bir tasarım, hemen anlaşılması zor. Ve Türkiye’de ve hatta dünyada, gemi tasarımları alanında çok yenilik olmadığı için, bizim Türk Patent Enstitüsünün gemi mühendisleri de yok. O sebeple anlamakta biraz zorlandılar ama neticede verdiler. Ardından biz o patentimizin istemlerini açarak yani daha fazla genişleterek daha fazla alanlarda hak talep ederek uluslararası patent örgütüne sunduk ve tüm taleplerimiz, en yüksek buluş seviyesinde kabul edildi çok şükür. Yani ilk patentimizi, biraz zorlayarak ve 3 yıl gibi uzun bir süreçte aldık. Gerçekten önemliydi bu ilk patent çünkü ben de emin değildim. Bu kadar bariz bir gemi formu, şimdiye kadar nasıl hiç kimsenin aklına gelmemiş diye. Halbuki çok daha zor alanlarda, çok daha küçük faydalar için farklı tasarımlar denenmiş, zorlama ile farklı tasarımlar çıkarılmış ve uygulanmıştı. Bu kadar göz önünde bir ihtimali nasıl olurda dünyada hiçbir mühendis düşünmezdi ki? Daha da ötesi, uluslararası patentte çok daha geniş alanlarda taleplerimiz olduğu halde hepsi, en yüksek buluş seviyesinde kabul edilmişti. Bu platform ile gemi melezi sayılabilecek tasarım, neden hiç kimsenin aklına gelmemiş olabilirdi? O sebeple, patentleri alana kadar hala tereddütlüydüm. Patentlerimizi aldıktan sonra ise, bu tasarım alanının, neden bu kadar bakir kaldığına biraz daha anlam verebildim. Sebebi şu idi: Dünyada, deniz konusunda iki çeşit mühendslik alanı var. Gemi mühendisliği ve okyanus mühendisliği. Gemi mühendisleri, mümkün olduğu kadar mobil, hızlı, dirençsiz ilerleyebilen, hafif ve ilerlerken stabil olan gemiler – formlar geliştirmeye çalışırlar. Okyanus mühendisleri ise mümkün olduğu kadar sabit, stabil, hareket etmeyen, hareket ettirilemeyen platformlar, yüzer deniz araçları, deniz dibinde faaliyet gösteren araçlar, deniz dibine boru döşeyebilecek araçlar v.s. tasarlarlar. Bu iki alan, dünyada, farklı iki bölüm olarak eğitim verilirken, birtek İstanbul Teknik Üniversitesinde, Gemi İnşaatı ve Deniz Mühendisliği Bölümü olarak tek bir bölümde eğitimler verilmektedir. Dolayısıyla, Bizim fakültenin, bizim bölümünde, yani kısaca İTÜ Deniz Mühendisliği bölümünde verilen formasyon, bu iki amaca da hizmet edebilecek teknik yeterlilikte. Mesela biz gemi direnci dersi de aldık, platform hidrodinmiği dersi de, Gemi mukavemeti dersi de aldık, dalga mekaniği dersi de aldık. Dolayısıyla aslında böyle melez bir formu geliştirebilecek altyapıya sahip mühendisler, dünyada sadece İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz mühendisliği mezunları olabiliyordu. Bu mezunlar içerisinde de ancak 10 mühendisten belki 1 tanesi gemi üzerinde bir askerlik vazifesi çıkıyordu. Yine askeri gemilerimizden de belki 10’da biri ancak hücumbotlar gibi hem küçük hem hızlı gemiler idi. Onlarda da, kış aylarında vatani görevini yapan ve benim gibi 5 ay boyunca içi dışına çıkan Deniz Mühendisi sayısı herhalde bir elin parmaklarını geçmez. Yani ancak bütün bu şartları sağlayan birisi bu melez tasarıma odaklanabilir ve başarabilirdi, o da çok şükür bana nasip olmuştu… Başka bir örnek olarak, biz Savunma Sanayi Başkanlığı - Deniz Araçları daire başkanlığına kadar çıktık. Çok stratejik bir buluşa imza attığımıza inanıyorduk. O sebeple, belki patent bile almadan, bu formu ülkemize kazandırmak istiyorduk. Yayılmasını istemiyorduk. Ama aynı heyecanı karşımızda bulamadık. Daha doğrusu tam olarak yetkili kişilerle toplantı yapamadık. Toplantı günü, 6 uzman ile birlikte, Deniz Araçları daire başkanı dahi karşımızdaydı. En yetkili kişiler. Ama tanıştıktan 5 dk sonra toplantı masasının telefonunu, dönemin Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir arayıp, bizim daire başkanımızı yanına çağırdı. Daire başkanı bize, “Gençler, 5 dk içinde geliyorum, siz devam edin” dedi ve bir daha gelemedi :( . Dolayısıyla, uzmanlar ile sohbetler tadında bir toplantı oldu. Kurumun en yetkili kişileri olmadığı için, karar verebilecek bir sonuç da çıkmadı. Uzmanlar, projenin teorik olarak çok iyi olduğunu söylediler, ilk Ar-Ge çıktıları olan deneyler, analizler ile bizi takdir ettiler ama doğal olarak, bir numune görmek istediler. Gerçek ölçekte bir numune, yani prototip. Biz ise henüz o aşamada olmadığımızı söyleyip gerisin geri dönmek zorunda kaldık. SSB macerası o aşamada kapanmış oldu malesef… Proje desteklerinden bir örnek ile devam edeyim: TÜBİTAK 1507 Kobi Ar-Ge desteğine de başvuru yaptık. Esasen ben bizzat 6 yıl boyunca bu desteklerin danışmanlığını yapmıştım ve başarı oranımız %95 idi. Yani gerçekten çok yetkindim. Dolayısıyla projenin hangi şartlarda destek alacağını biliyordum ve bizim bir eksiğimiz vardı. Bir üniversite ile işbirliği yapmak, danışmanlık almak. Evet, küçük firmalardan, Üniversite ile danışmanlık hizmeti alması bekleniyordu ve biz, patentimiz sonuçlanmadan, kendi üniversitemiz dışında bir kuruma güvenemeyeceğimiz için, danışmanlık almadan başvuru yaptık. İTÜ Gemi inşaatı fakültesinde ise danışmanlık hizmeti yoktu. Direk model deneyi ve analiz hizmeti vardı ama o hizmetin maliyeti, toplam proje destek bütçesinden fazla idi. Doğal olarak danışmanlık alamadık ve proje destek başvurumuz kabul edilmedi. Neticede devlet teşvikleri ihtimali de benzer sebepler ile iptal olmuştu. Başka örnekler olarak, özel sektörden farklı işadamları ve gemi inşaa sektöründen firmalar ile irtibatlarımız oldu. Onlar daha ilgiliydiler açıkçası. Fakat onlarda da biz henüz patentimiz olmadığı için ve henüz yolun çok başında olduğumuz için değerinin tam bilinmemesinden veya bilinirse de, henüz patentlerimiz sonuçlanmadığı için hakkımızı alamamaktan korkarak çekindik. Yoksa, birlikte ilerlemeyi teklif eden işadamları oldu çok şükür. Mesela, DELTA MARİN’in kurucu ortakları olan iki mühendis Bülent Bey ve Yaşar Bey ile uzun bir toplantı gerçekleştirdik. Biz onlardan, savunma sanayi projeleri konusunda önümüzü açmalarını istedik ama onların böyle bir yetkisi elbette yokmuş. Deniz kuvvetleri bir ihale açtığında başvuru yapıyorlar ama firmalar aşağıdan yukarıya proje teklifiyle gidemiyorlardı. Biz de işte bu sistemleri öğrenme sürecini yaşamış olduk. Bülent Bey bizi çok takdir etti ve dilersek birlikte ticari versiyonlarını çıkarabileceğimizi, bize destek olabileceklerini söyledi. Yani çözüm ortaklığı teklifi gibi. Fakat hem milli duygular ile hem de henüz patentimiz dahi sonuçlanmadığı için ticari kaygılar ile biz yanaşamadık maalesef… Yine, Ar-Ge aşamasında iken, yolcu gemileri olan bir işadamı ile faydalı bir görüşme gerçekleştirdik. O da bize birlikte çalışabileceğini söyledi ama tek şartı, Loyd sertifikasıydı. Çünkü yolcu gemilerinde klas kuruluşu onayı şart. Ama bizim patentler ve milli duygular yine engeldi. Çünkü patent almadan bütün kuruluşlara formun bütün detaylarını paylaşmış olacaktık. Yine çözümsüz bir yöntem oldu… Yani özetle, önümüzü açacak farklı kolaylaştırıcı yöntemler, ortaklıklar, devlet mercilerine başvuru gibi yöntemleri denedik ama farklı sebepler ile yine ilk prototipimizi kendimiz üretmek zorunda kaldık. Evet maddi olarak çok zorlandık. Maliyet hesaplarımızın çoğu gerçekleşenin yarısından daha azdı. Hatta ortalama hesaplarımızın hep 3 katı kadar çıkıyordu. Tüm sistemleri ilk kez yapıyor, tasarlıyor, uyarlıyorduk. Basit bir usturmaçanın yeri ve kullanımı için bile kafa patlatıyor, farklı ihtimalleri değerlendiriyorduk. Makinelerin yeri, sabitlenmesi, zincir-çapa, pompa sistemleri… hepsi için istişareler, tasarımlar, uyarlamalar… bu süreçte bizzat ben de, ailecek çok yoruldum tabiki. Artık klasik cümlelerden olacak ama atölyede, konteynerde, aylarca kaldım ? Çocuklarımı hafta sonları görüyordum. Bir an önce neticelendirmek zorundaydık. Süreç çok uzamıştı ve maliyetler hesaplarımızın çok üzerinde çıkıyordu… Ama bütün bunlar, o ilk suya koyup, ilk gerçek testleri yaptığınızda hissettiğiniz duyguyla geride kalan güzel hatıralara dönüşüyor. Evet klişe bir cümle ama tüm gerçekliğiyle ortada. Bunları nasip edene gönülden bir minnettarlık hissi, her şeye değer…
Bugün artık rüştünü ispatlayan bir numune var. Üstelik performansıyla, ölçüm değerleriyle konuşan bir prototip. 55 metrelik bir hücumbotun makine dairesinde, basit bir kareli defter kalemden, deniz yüzeyine çıkan bu form, sadece sıradışı bir mühendislik ürünü değil; azim, sabır ve inançla örülmüş bir dönüşüm hikayesi. Fakat anladığımız kadarıyla bu hikâye, belki daha yeni başlıyor.
FSM Deniz Teknolojileri
E-mail: [email protected]
Adres: Üçevler, 40.sok Beşevler Küçük Sanayi Sitesi
Ni̇lüfer/Bursa, Türkiye
linkedin.com/company/fsm-deniz-teknolojileri
Selim YILMAZ /Gsm: 0554 657 05 98
Gemi İnşaatı ve Deniz Yük. Mühendisi
FSM Deniz Teknolojileri – Proje Sorumlusu
Röportaj: B. Hulusi Gürbüz
Fotoğraflar ve Çizimler: Selim Yılmaz

Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.