Reklamı Geç
Cumhuriyet
yeni
İstanbul
29 Ekim, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Kölelik Sisteminin Sona Erdirilme Günü

29 Ekim 2025, Çarşamba 13:45

Kölelik Sisteminin Sona Erdirilme Günü

‘’29 Ekim 1923’’

Cumhuriyetimizin ilan edildiği bu özel günde, öncelikle tüm Türk halkının Cumhuriyet Bayramı’nı en içten duygularımla kutluyorum.

Bu kutlu günde, gönül isterki Türkiye’nin dört bir yanında elimizde Türk bayraklarıyla Ata’mızı selamlayalım. Kalplerimizdeki Atatürk ve Cumhuriyet sevdasını yüksek sesle haykıralım. Seslerimiz göğe yükselsin, kalplerimiz birleşsin, hepimiz yeniden bir olalım.

Tam tamına, 102 yıl sonra, yine Cumhuriyet’in ilan edildiği o özel gün gibi mutlu olalım. Bugün mutlu olma günüdür. Ata’mız ne kadar zor şartlar altında bu ülkeyi kurtarmaya and içtiyse, bizlerde onun evlatları olarak hep beraber bir kez daha and içelim.

Yüce Türk Milleti!

Türk olarak tüm Dünya’ya Türk’ün gücünü bir kez daha göster.

Kim olduğunu hatırla!

Atalarının kanıyla sulanmış olan vatan toprağına borcunu unutma.

Yakılan şehirlerini, camilerini ve alınan canları hatırla,

Hatırla ki bir daha o kara günleri yaşama.

Oku!

Geçmişini, Türklüğün tarihini oku.

Dilini öğren, sahip çık.

Kültürünü bırakma.

Yeniden türküler söyle,

Ölmüş şehitlerimizin ruhuna söyle.

Söyle ki unutulmadıklarını ve unutulmayacaklarını bilsinler.

Ve sen Türk oğlu Türk!

Ölene kadar, alacağın son nefese kadar and iç!

Bir tek karış vatan toprağını gasp etmeye kalkacak olan hainlere söyle,

Ölürüm ama vatanımı vermem diye.

‘’Ne Mutlu Türküm Diyene!’’

 

***

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve bu vatan uğruna şehit olmuş her Türk’e borcumuz var.

Bu güzel günde ümidimizi kaybetmemeli, aksine yarınlara umut ile bakmalıyız. Ata’mızın bize armağan ettiği bu güzel ülke, elbette hak ettiği seviyeye gelecek ve vatan hainlerinden kurtulacaktır.

29 Ekim; padişahlık sisteminin sona erdirildiği, kula kulluk etmenin önüne geçildiği, egemenliğin ve yönetim şeklinin bizzat halka teslim edildiği gündür. İşte bu yüzdendir ki atalarımızın kanlarıyla sulandığı bu memleket, biz Türklerindir. Ve daima Türklerin olacaktır.

Cumhuriyet 100 yılını doldurmuş bir yönetim biçimidir ve öyle bir yönetim biçimidir ki ne padişahlık, ne krallık, ne monarşi, ne faşist yönetimler Cumhuriyetimizi yıkamaz!

Ülkemizin üzerinde oynanan birtakım kirli oyunlar var. Bu oyunlar Cumhuriyet öncesinde de vardı, Cumhuriyet döneminde de var oldu. Bu yüzyılda ise doruğa ulaştı.

Türk halkı; yüzyıllardır açlıkla, sefaletle, vatan hainleriyle, din tüccarlarıyla sınandı. Fakat o devir bitti!

Büyük Önderimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün söylediği bir söz vardır. ‘’Halklar nasıl yönetilmek isteniyorsa öyle yönetilir.’’

Halklar için en güzel yönetim şekli tartışmasız Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet; halkın kendi kendini yönetmesidir, birilerinin bizleri yönetmesi değil! Bütün bunlar göz önüne alınarak kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, vatan hainlerinden değil vatanseverlerden oluşmuştu. Elbette Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında açılmış olan Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında en doğru kararlar alınmalı, halka eşit ve adaletli bir yönetim şekli olarak farklı görüşlere yer verilmeli, en nihayetinde akıl ve vicdan ile çoğunluk olarak meseleler halledilmeliydi.

***

Günümüz Türkiyesi’nde; Türkiye Büyük Millet Meclisinin salt çoğunluğu sağlandığı müddetçe, alınan kararlar uygulanmaktadır. Oysa Atatürk zamanındaki mecliste salt çoğunluk değil, büyük çoğunluk önem arz etmekteydi. Bu durum aslında Cumhur Reisi olan Atatürk’ü daha zora sokan bir durum olsa da büyük çoğunluk sağlanmadıkça ve herkesin rızası olmadıkça düşünülen kararlar ya da yasalar gerçekleştirilemiyordu. Meclisteki milletvekilleri halkı temsil ettiğine göre, Cumhuriyet de halkın sesi olduğuna göre tabi ki büyük çoğunluk sağlanmalıydı. Halkın içine sinmeyen bir yasa ya da karar, halkı belki bir süre oyalardı ama önünde sonunda halk galip gelirdi. Padişahlık sisteminin yıkılması da halka zorla dayatılan yasalar ve reva görülen hayatlar değil miydi!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamış olduğu yüzyıl, göz önüne alındığında kendi yüzyılı içerisinde ne kadar doğru bir yönetim biçimini uygulamış olduğu ve halkın da bu yönetimi desteklediği açıkça görülmektedir.

***

2000 yılından beri 21. yüzyıla geçiş yapmış ve 21. yüzyılın getirmiş olduğu bazı sorunlarla da karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Bu sorunlar teknolojik ve bilimsel gelişmelere paralel olarak ekonomi ile de pek yakından ilgilidir. Ekonomisi güçlü olan, bilime ve teknolojiye önem veren devletler hızla kalkınırken buna önem vermeyen devletler, diğer devletlerin kulu ve kölesi olmaya mahkum duruma gelmiştir. Bu mahkumiyet elbette sonlanacaktır, sonlanmalıdır!

Türkiye’nin öncelikle komşu ülkelerle olan siyasi ilişkileri bu süreçte önemli rol oynayacak. Fakat Türkiye’nin komşu ülkeleri olan Suriye, Irak ve İran başta olmak üzere Azerbaycan, Kırgızıstan, Özbekistan ve Türkmenistan da bu süreçte ülkeleri için ve halklarının güvenliği için önlemler almaya mecbur kalacaklar.

21. yüzyılın içinde olduğumuz bu zaman zarfında; savaşların belki de en yoğun olduğu, ülke ekonomilerinin çökmeye başladığı, halkların daha fazla özgürlük ve adalet istedikleri süreçleri yaşıyoruz.

Zaman akıp giderken Dünya düzeni de sürekli değişiklik gösteriyor. Bu değişimlere de ülkeler ve dahi ülkeyi yönetenler ayak uydurmak zorunda kalıyor. Fakat bu değişimlerin çoğu artık insanlığa yarar getirmekten çok ‘’Yeni Dünya Düzeni’’ denilen, çok kirli bir oyunun temellerini atmış bulunuyor. Temel, sağlam olmazsa elbet temelin üzerine inşa edilen her şey çökmeye mahkumdur. Türkiye’nin temelleri ise son derece sağlam ve akılcı olarak atılmıştır. Türkiye’nin temeli meclistir. Bu, öylesine kurulmuş bir meclis hiç değildir!

Mecliste halkla ilgili kararlar alınırken halkların eşitlik, özgürlük ve adalet ile ilgili endişe etmemeleri ve güvenliğin sağlanması için de önlemler alınmış ve alınan kararlar T.C. anayasasında yerini almıştır. Anayasaya baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasındaki ilk 3 madde bu ülkenin özgürlüğünün anahtarıdır. Kimsenin ama kimsenin bu 3 maddeyi değiştirmeye gücü yetmeyecektir. Son derece öngörülü olan kurucu liderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti anayasasını hazırlarken elbette bugünleri çok önceden görmüş ve bugünleri dikkate alarak mecliste oylamaya sunmuştur. Yine ‘’Ey Türk Gençliği’’ diyerek, özellikle o günün Türk gençlerine seslendiği Gençliğe Hitabe de boşuna kaleme alınmamıştır. Bugün Gençliğe Hitabe’yi her okuduğumuzda; her cümlesinin, her satırının ne kadar doğru olduğunu bir kez daha görüyor ve daha iyi idrak ediyoruz.

***

Ülkesini seven her bireyin yaşadığımız bu vatan toprağında söz hakkı vardır. Zira Cumhuriyet, bunu gerektirir. Ne yazıkki vatanseverlerin yanında vatan hainleri de çoktur. Vatan hainlerinin en büyük özelliği, saldırgan bir karakter yapısına sahip olmalarıdır. Adeta gözlerinden kin fışkırır. Türk olmayan ve bu ülkede yaşamasına rağmen kendini hâlâ Türk olarak hissetmeyen, Türklerden nefret eden insanlar elbette vatansever olmayacaktır. Bu ülke, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından kurulmuştur. Yediğimiz lokmadan, kazandığımız paraya, oturduğumuz evden, kullandığımız arabalara kadar vatanın kurtarılması için savaşmış atalarımızın hakkı var. Hâlâ, bizler için nöbet tutan mehmetçiklerimizin sayesindedirki bu vatan üzerinde özgürce yaşayabiliyoruz.

Şu anda nedeni belli olmayan ya da aslında hepimizin bildiği ama söyleyemediği durumlardan dolayı herkes suskun! Türk milletinin bir özelliği de çok ama çok sabırlı olmasıdır. Kanı ise asil kandır. Asil kan ne demektir? Asil kan; vatanı ve namusu uğruna gözünü kırpmadan savaşan, canını feda eden ama bu durumların dışında savaşmayan, gerekirse yeni bir devlet kurma özelliğine sahip seçilmiş kişileri kast eder. Elbette çoğu kişi, namusu uğruna canını feda eder. Vatan uğruna canı, gerekirse de cananı feda etmek gerekir. İşte Türk milleti, böyle bir millettir. Gözü karadır, cesaretlidir, yardımseverdir, esaret altına alınamaz, sürgün de edilemez, gerekirse vatan toğrağına canını bırakır ama kaçmaz. Kaçanlar zaten Türk değildir!

Türkler sevgili Ata’mızın dediği gibi savaşçı bir toplumdur. Bu, her millete nasip olmayan bir özelliktir. Kadını, erkeği ve hatta çocuğu ile bu vatan kurtarılmıştır. Yine unutulmamalıdır ki günün birinde Türk toprağına göz dikenler olursa, Türk milleti olarak yine omuz omuza verip vatanımızı kurtarırız.

Bu ülkede Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sevmeyen birçok vatan haini mevcut. O kişilere vatan haini demek elbette küfür manasında değildir. Bir kişiye olduğu gibi hitap etmek ancak ve ancak dürüstlükten ibarettir. Zira bu ve bunun gibi kişilere söylenebilecek birçok söz mevcuttur. Halkın çoğunluğunun refah içinde yaşaması, sağlıklı ve mutlu bireyler olabilmesi devletin asli görevlerindendir. Devlet devletliğini yapmazsa ya da yaptırılmazsa o zaman devlet, devlet olmaktan çıkar; büsbütün başka bir hâl alır. Bu durum da kimsenin istemeyeceği ve halkın asla kabullenemeyeceği bir vaziyettir. Halk, çoğunluk olarak hangi yönetim biçiminden memnun ise mutlak surette o yönetim biçimi ile yönetilmelidir. Devletin devamlılığı ancak ve ancak buna bağlıdır.

Kurtuluş Savaşı öncesinde de Osmanlı İmparatorluğu artık devlet olma özelliğini yitirmiş, sadece koltuk sevdasına düşmüş bir aile haline gelmişti. Halbuki Osmanlının kurucusu Osman Bey, devleti kurarken bir’lik üzerine kurmuş ve halkını korumaya ant içmiştir. Uzun süre de kendisi ve kendisinden sonra bu şekilde devam etmiştir. Fakat zamanla bir’lik düzeni yani halkı koruma ve kollama döneminden ziyade zevki sefa içinde padişahlık sistemi denilen ve kula kulluk döneminin hakim olduğu bir sürece girilmiştir. Türklerin iradelerine ve yaşam biçimlerine son derece ters olan bu sistem elbette bir gün yıkılacaktı ve öyle de oldu. Halkın yoksullaştığı, kendini güvende hissetmediği, yarınların belli olmadığı ülkelerde bir gün eski sistem yıkılır ve yerine halk için en uygun sistem devreye girer. Bu, hep böyle olmuştur.

Halka eziyetin, açlığın, sefaletin ve her türlü kanunsuzluğun, yolsuzluğun görüldüğü ülkelerde elbet suçlular hesap vermeye mahkumdur. Tarihe bakarsak onlarca örnek görürüz. Mesela Hitler ve Mussolini; kendi dönemleri içinde halklarına ve diğer ülkelere karşı son derece yanlış ve acımasızca kararlar almış, yaptırımlar uygulamıştı. Onları meşhur eden ise askeri dehalarının üstün olmasından ziyade emir vererek ve bu emirlerin yerine getirilmesi için her defasında daha da acımasızca davranarak önce emri altındakileri sonra da halkı korkutmaları olmuştur. Zira korku, çok ama çok güçlü bir duygudur. Sevgili Ata’mızın bu durumla ilgili söylemiş olduğu cümleleri de burada bir kez daha hatırlatmak isterim.

‘’Cumhuriyet, ahlaki fazilete dayanan bir iradedir. Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık; korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.’’

Orta Çağ’dan bu yana halklar; yasaklar, korku ve din ile yönetilmiştir. Fakat çağ değişmiş artık bilim öne çıkmıştır. Bir ülkede bilim ne kadar ileride ise o ülke ancak Dünya üzerinde rol oynar. Yoksa savaşla, politik oyunlarla, insanları sömürmekle vb. durumlarla insanlar yönetilemez. Türklerin çok güzel bir deyimi vardır. Maymun gözünü açtı!

İnsanların varoluş süreci incelendiği ve ileriki zamanlarda daha da ortaya çıkarılacak, şu anda üstü örtülen-birçok ulusa ait tarihi kalıntılar da gösterecektir ki Türkler, Dünya’da ezelden beri vardır, ebediyete kadar da var olacaktır. Bu sonsuz döngüde; ihtiraslar, yalanlar ve savaşlar sadece bir oyundan ibarettir. Her şey ama her şey tam olması gerektiği zamanda, olması gereken mekânda ve olması gerektiği gibidir. Ne bir saniye evvel, ne de bir saniye geç!

Biz insanoğluna anlatılmış olan tarih, dinlediğimiz bazı sağlık programları, saklanan ve gün yüzüne çıkmayı bekleyen yerin altındaki tarih, politika, Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü ve Avrupa Birliği… Hepsi ama hepsi sadece kirli bir oyundan ibaret. İnsanlar oyuncu, sahne ise Dünya!

Gerçeklik denilen olgu ise insanoğlunun sadece kalbindedir. Kalbi ile Tanrı arasında gözükmeyen bağ, insanın tek gerçekliğidir. Bu bağı kurmak için ne kiliseye ne havraya ne de camiye ihtiyaç vardır. Zira Tanrı’nın bizlerle iletişim kurabilmek için bir mabede ihtiyacı yoktur. İnsanoğlunun Dünya’daki ilk varoluş sürecinde Dünya üzerinde hiçbir yapı mevcut değildi. Zaman içerisinde insanoğlu yerleşik düzene geçmiş, önce kendileri için sığınabilecekleri mağaralarda yaşamaya başlamış, sonrasında ise bugünkü modern Dünya diye adlandırılan, doğadan uzaklaştırılan ve apartmanlara bir nevi hapis olan bir yaşam şekli benimsenmiştir.

Doğa, her zaman insaoğluna bonkör davranmıştır. Fakat insanoğlu doğayı yakarak aslında kendine en büyük kötülüğü yapmıştır. Bundan sonraki süreçte insanoğlunu neler bekliyor olabilir! Elbette her inişin bir çıkışı mutlak vardır, her çıkışın bir inişi olduğu gibi!

***

Yıl 2026!

29 Ekim 2026

Bir kez daha Ata’mızın izinde Cumhuriyet bayramımızı kutlayacağız. Bu, ilelebet devam edecek.

2026 yılında Türkiye’de Cumhuriyet kutlanmaya devam edilirken diğer devletler de durum ne olacak?

Fransa, İtalya, İspanya ve sonra ABD, İsrail, Çin…

Yukarıda ismini yazmış olduğum ülkeler de zulmü destekledikleri, zulmün karşısında gibi durup kendi çıkarları için insanların ölmesine-aç kalmasına-sürgün edilmesine neden oldukları için sırayla hepsi ama hepsi bunun bedelini ödeyecek, kendi halkları önünde ve yargı önünde hesabını verecektir.

Birleşmiş Milletler denilen, insanoğluna zulüm uygulayan ülkelerin hepsi tek tek yıkılmaya, yok olmaya mahkum olacak. Günümüzde Dünya devletlerinin birçoğu Birleşmiş Milletler’e üye. Türkiye’de 1945 yılından beri üye durumunda. Birleşmiş Milletler’in kurulma amacı; Dünya devletleri arasında barışın sağlanması idi. En azından kurulma amaçlarını, bu şekilde ifade ediyorlar. Türkiye ise Birleşmiş Miletlere üye olmakla 1945 yılının şartları altında bir nevi kendini garantiye almış olup, yine o zamanın şartları gereğince birazda üye olmaya zorlanmıştır.

II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde kurulmuş olduğu için birçok devlet, sorgulamadan Birleşmiş Milletler’e üye oldu. Halbuki 1945 yılı itibariyle 2025 yılı da dahil olmak üzere yaşanan savaşlara bakıldığında Birleşmiş Milletler’in barış gibi bir vizyonu olmadığı, bizzat savaşı desteklediği açıkça bellidir. Yine 1948 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak kurulan Dünya Sağlık Örgütü’nün gerçek amacı neydi? Dünya Sağlık Örgütü, iyi niyetle kurulmuş gözüken ama kitleleri yok etme projesine ta 1948 yılında karar vermiş olan bir örgüttür. En son, tüm Dünya’da yaşanan Covid salgını buna en iyi örnektir.

***

Gelelim günümüze…

29 Ekim 1923 günü çok ama çok özel bir gündür. Bugün sadece Cumhuriyet’imizin ilan edildiği gün değildir. 29 Ekim 1923 tarihinde şu ana kadar ortaya çıkarılmak istenilmeyen, gizlenen bir gerçek de vardır. Hepimizin bildiği gibi Ata’mız Cumhuriyeti ilan etmeye 28 Ekim günü karar vermiştir. Cumhuriyet fikri bir günde verilmiş bir karar değildi elbette. Daha I. Dünya Savaşı başlamadan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sofya’da ataşemiliter görevinde iken bu kararı çoktan vermişti. Osmanlının kendisini adeta İstanbul’dan uzaklaştırmak için gönderdiği Sofya, aslında Tanrı’nın bir lütfuydu. Tam da 1. Dünya Savaşı başlamadan önce!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ateşemiliter olarak görevini sürdürdüğü sırada bir yandan da savaş planını hazırlamaya başlamıştı. Osmanlının savaşa gireceğini biliyor, hükümeti ne kadar uyarsa da kendisini dinlemeyeceğini de biliyordu. Bu nedenle içi içini yese de zaman’ı bekledi, kendisinin zamanını…

1914 yılı ile beraber artık beklenen zaman gelmiş ve uzun sürecek kanlı savaşlar başlamıştı. Yoksul olan halk daha da yoksullaşmış, bir kuru ekmeğe muhtaç bırakılmıştı. Sarayda ise kuş sütü eksikti. Sarayın giderlerini karşılayabilmek için halktan alınan vergiler arttırılmış, halkın beli bükülmüştü. Padişahların hareme olan düşkünlükleri ve haremi besleyebilmeleri için, halk resmen açlığa terk edilmişti. Sarayın dili, halkın dili değildi. Saray ile halk arasında büyük bir uçurum olmuştu. Halk, sarayın çıkardığı yasaları bile anlayamıyordu. Zaten okuma-yazma oranı oldukça düşüktü. Okuyanlarda ne okuduğunu anlamıyorlardı. Türklerin dili her zaman Türkçe idi. Saray kendine göre Farsça ve Arapça ağırlıklı olmak üzere Osmanlıca denilen kendi aile dilini benimsemişti. Halbuki devlet demek halk demekti ve halkın dili de Türkçe idi. Halkı önemsemeyen, sadece kendi koltuğunu önemseyen, halktan ağır vergiler alan, eğitim-öğretime ve sağlık sistemine yeteri kadar önem vermeyen ve hatta bulunduğu noktadan geriye götüren sistem elbet yıkılacaktı!

1914 yılından 1923 yılına kadar geçen süreçte Türkiye - o günlerde kullanılan ismi Türkiya- baştan başa kana bulanmış, evler yağmalanmış, şehirler yakılmış, kadınlara ve hatta çocuklara tecavüz edilmiş, türlü işkencelere maruz bırakılmıştı. Tek nedeni ise bir koltuk sevdası idi. Sonunda Padişah Vahdettin, kendisini ve ailesini kurtarmak için İngiliz gemisine binerek kaçtı. Vatan hainlerinin sonu hep böyle olmuştur. Tarih mutlaka ama mutlaka tekerrür eder!

Bugün, tarihimizi mümkün olduğunca kısa anlatmaya çalıştım. Yoksa yazılacak çok konu var. Onları da sırasıyla kaleme alacağım. Bugünün çocukları, yarın genç bireyler olarak bizlerin yerini aldığında; onlarda bu yazılar sayesinde mümkün olduğu kadar tarihlerini doğru olarak öğrenmiş olacaklar, dış güçlerin sürekli palavralarla şanlı tarihimizi yanıltmaya ve üstünü örtmeye çalıştıklarını göreceklerdir. Bu vatanın evladı olarak hepimizin görevi; kendi tarihimizi bilmek, dilimize ve topraklarımıza sahip çıkmaktır.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Ata’mızı ve bu topraklar için savaşıp şehit olmuş tüm askerlerimizi ve atalarımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

‘’NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!’’

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

google