yeni
İstanbul
24 Kasım, 2025, Pazartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Nükteleri ve Şiirleri ile Halim Mete’yi dinlerken

24 Kasım 2025, Pazartesi 21:35

 

Nükteleri ve Şiirleri ile Halim Mete’yi dinlerken
Yazan: Osman Öndeş

Geçenlerde Halim Mete Beykardeşimiz bir mesaj göndermişti.
Diyordu ki;
“Uzun zaman oldu sizi aramamışız,
Çok özür dilerim,
Nasılsınız, inşallah iyisinizdir.
Ben Dünya gazetesinde haftada bir gün yazı yazarken, siz bana yazmayı öğreten ve rehber aldığım kişiydiniz..
Armatörlüğün mazisini sizden öğrendim,
Bu öğrendiklerimle Rize İyidere’den yola çıkan Armatör büyüklerimden öğrendiklerimi de içine alan yaşanmışlıkları kaleme almaya çalışıyorum, inşallah bir kitaba dönüştüreceğim.
Size şükran borcumu yerine getirmek ve bir kez daha teşekkür etmek istedim.
Allah size sağlıklı ömür nasip eylesin, derin saygılarımla ellerinizden öpüyorum..
Halim METE
..Ve devam ediyordu;
Son yıllarda haftada bir iki şiir yazıyorum.

10 Kasım dolayısıyla yazmış olduğum şiirimi sizinle paylaşmak istedim.

Ben de Halim Mete Bey Kardeşimiz’e şöyle yazdım;
Hasret dağlar gibi büyürken, kalan yaşam hakkımız da durmadan sona yaklaşıyor.
Hatırlamak suretiyle beni çok mutlu ettin..Mustafa Kemal Atatürk için yazdığın şiiri sevgiyle ve hüzünle okudum..Günümüzde Atatürk'ü idrak edemeyenler çok arttı.
Sağlıcakla kalasın Muhterem Halim Mete Beykardeşimiz.
Birkaç gün sonra bir mesaj daha göndermişti; Osman Ağabey, Hayırlı akşamlarınız olsun, 95 yaş bir Asır, Hem de dolu dolu bir asır. Maşallah.. Allah nice sağlıklı ve güzel yaşlar nasip eylesin. Sağlığın en önemlisi de akıl sağlığı. Allah hiç birimizi akıl sağlığından yoksun eylemesin. Aynı dileklerimi de Hanımefendi için iletiyor ve saygılarımı sunuyorum. Her zaman yazdığım ve söylediğim gibi “Türk Armatörler Tarihi” sadece sizin değil Türk Denizciliğinin de en büyük eseridir, tebrik ediyorum.

Bizim gibi denizle yaşamış, büyümüş bir çok kişi de geçmişimizdeki bilmediğimiz bir çok armatörü sizin kaleminizden öğrendi, kaleminizin mürekkebi hiç bitmesin, teşekkür ederim. Benimle ilgili bir yazı yazmak gereğinden bahsetmeniz benim gururumu okşadı, beni çok mutlu etti, en önemlisi ise Büyük Usta Osman Öndeş Ağabeyimizin kalemine konu olabilmek herkese nasip olmaz. Söyleminiz bile beni gururlandırdı. Tam 40 sene aralıksız İMEAK Deniz Ticaret Odası Meslek Komitesi Başkanı, Meclis Üyesi, Yönetim Kurulu Muhasip Üye, Yönetim Kurulu Başkan Vekili, TOBB Deniz Ticaret Odaları Konsey Üyesi, TOBB Delegesi, TÜDEV Kuruculuğu ve Başkanlığı, Piri Reis Üniversitesi Kuruculuğu ve Mütevelli Heyet Üyeliği , Zeyport Limanı’nın oluşması ve tabii ki; 18 sene aralıksız TOBB Başkan Yardımcılığı gibi bir çok görevde bulundum. TOBB Üniversitesi kuruluşunda çok fiilen görev aldım. Halen TOBB Üniversitesi’nin Yönetiminde görev yapıyorum. TOBB’da görev yaptığım sürece İMEAK-Deniz Ticaret Odası ve denizcilik adına yüzlerce konunun içinde bulundum. TOBB’bağlı bir çok şirket, kuruluş, organizasyon, kamuda TOBB’u temsil ettim, bunlardan en önemlileri DEİK VE DTİK’te Başkan Vekilliği görevimdir. Ayrıca TOBB UND AŞ nin 16 sene önceki kuruluşundan bu yana Yönetim Kurulu Başkanı’yım. Heryerde konuştuğum ve yazdığım bir sözüm vardır; Hatırlamazsanız, Hatırlanmazsınız.. Saygılarımı sunuyorum, Halim METE”

Halim Mete Bey sadece Türk Deniz Ticareti dünyasının bir mensubu, armatör, müteşebbis değil, aynı zamanda sanayi ve ticaret toplumunun da vazgeçilmez bir şahsiyeti olarak saygıyla tanınır. Türk Deniz Ticareti toplumunun kurumsallaşmasında çok kıymetli önderlik ve sorumluluklarıyla tanınmasına rağmen birdiğer özelliği olan mizaha olan tutkusuyla ve çevresine gülmeyi sunan hoş sohbetleri ile de tanınmıştır. Karadeniz fıkralarının özündeki engin hoşgörüyü, mizahı, kendisiyle dalga geçebilen Karadenizli’nin yaşama “Mizah ile Bakışındaki Feylesofluğu, Yaşamdan Zevk Almayı” anlatır. “Gülümsemeyi ve Gülümsetmeyi Seven, İnsanlık Hizmetinde Koşmaktan Hoşlanan, ‘Önce Komşuma, Sonra Bana’ felsefesini Rehber Edinen Bir Kişiyim Galiba..” demiştir. Çok ciddi toplantılarda bile, kıssadan hisse misali bir Dursun - Temel mizahını anlatıp, yaşam birikimlerini, gözlemlerini keyifli üslubu, sohbet tadında anlatımıyla, aslında çok “Kıssa’dan Hisse” dersi vermiştir. Armatör, müteşebbis, meslek örgütünün, hayır cemiyetlerinin kurucu üyeliği yanında, o çok ciddi kimliğinin kenarına tebessümü eklemiş ve “Karadenizli fıkra ustası” olarak tanınmıştır. Mustafa Kemal sevdalısı bir Karadenizli olmanın gururunu içtenlikle şiirlerinde anlatan da Halim Mete’dir.
Norveç’li ünlü gemi boya markası Jotun adına Türkiye Genel Müdürü Şükrü Ergün’ün davetlisi olarak kalabalık bir Deniz Ticaret Odası üyeleri ile Norveç’e gitmiştik. Norveç’liler son derece sevimli, ve o kadar da bize göre ciddi kişilerdi.. Bir sohbet sırasında Halim Mete Bey’e bir Karadeniz fıkrası anlatması için ısrar edildi.
Halim Bey de; “Ben Türkçe bir Karadeniz fıkrası anlatacağım!. Norveç’liler bundan ne anlayacak?” deyince, Şükrü Ergün “Ağabey sen anlat, ben İngilizce’ye çeviririm..” dedi.
Halim Bey başladı anlatmaya.. Şükrü Ergün de İngilizceye çevirmekte… Biraz sonra Norveçlileri aldı bir kahkaha ki, olur şey değil..
Halim Mete Bey Norveçlileri de güldüren bir nüktedan olarak daha da tebessümlerle anıldı.
Aile öyküsünü şöyle anlatmıştı. Şöyle diyordu; “Bizler anaerkil aile olduğumuzdan, annem ve babaannem de Hantallar’dandır. Ben Hantalların denizciliklerini daha iyi biliyorum. Meteler’e gelince babam Yetim Osman 1926 doğumlu. Dokuz yaşında gurbete çıkıyor. 1956 yılında teyzesinin çocuklarıyla “Yeni Hayat” adını verdikleri bir taka alıyorlar. Armatör olarak denize ilk çıkışı bu takadır. Daha sonra bu takayla Yunus Çimento’dan yüklediği çimentoyu Bartın’a götürüyor. Ardından hamsicilik de yapıyor. O yıllarda hamsicilik son derece zor; güçlü kuvvetli olmak lazım. Ağ çekmek için aslında makaralar var. Ama onlar ağı pazu kuvvetiyle çekerlermiş. Bu son derece zor ve yıpratıcı bir çalışma. Babam çok güçlü yapısı sayesinde hamsiciliği bir süre devam ettirmiş. 1958’de “Kürek kumculuğu” dediğimiz bir şekilde kumculuk yapmış. Bu kumculukta sahilden kum yükler, küfelerle takaya taşırlarmış.
1967’de ilk olarak Tahsin Düzgider’den “Düzgider” kosterini satın aldık. Tahsin Düzgider Yağkapanı’nda yakıtçılık yapardı. Düzgider aynı zamanda algarnaydı. 1973’de Ziya Sönmez’den dört yaşında 500 tonluk “Ümran” kosteri satın alındı. Bu gemiye yeniden isim vermek üzere konuşurken, biz “Yetim Osman” adını vermek istediğimizi söylediğimizde, biran düşündü ve kabul etti. Babam, bu gemisini çok sevmiştir. Bu gemiyi daha sonra halamın çocuklarına sattık. Bu gemiden sonra 1965 yılında babamın yanında çalışmaya başladım. Babam Yetim Osman gemisiyle uluslar arası sularda sefer yapmak kararını verdi ve Selanik’e yük aldı. Oradan Kıbrıs’a sefer yaptı ve oradan yükleme yaparak Beyrut’a sefer yaptı. Fakat o sıralarda İmralı Adası’nda kum ocakları açılmıştı ve çok bereketli bir çalışma imkanı sağlıyordu. Babam seferden döner dönmez İmralı’dan kum çekmeye başladık ve ayda 48 sefer yaptığımızı hatırlarım.
Büyükdere’de Yavuz Mete’nin tersanesi’nde 600 tonluk “Mete Turan” adını verdiğimiz bir gemi inşa etti. Babam bu geminin inşaatından çok büyük keyif aldı. “Yeni gemi inşa etmeyi Allah bana nasip etti” diye dua ettiğini hatırlarım. Babam 1980 yılında vefat etti; Babamın vefatından sonra da filomuzu genişletmeye devam ettik. Denizcilik piyasasında devamlılık çok başka bir gelenektir. Artık armatörlük çok derin bir görüş ister. Dünyaca ünlü George Livanos İstanbul’a geldiğinde bize şöyle demişti; “Geminize çocuklarınızın, eşlerinizin, kızlarınızın adlarını verin. Ama hiçbir zaman duygusal davranmayın. Gemi bir sermayedir. Sırası geldiğinde satınız. Sonra satılamayacak hale geldiğinde, alacak kimseyi bulamazsınız!”

Lâtife Lâtif gerek

Halim Mete tüm bu kıymetli ve sorumluluk yüklü görevleri yanında, yeri geldiğinde “Kıssadan Hisse” kabilinden bir nükte ile ince anlamlı, sanatlı, düşündürücü ve ayni zamanda hoşa giden, insanı gülümseten sözleriyle de tanınmıştır. Eskiden; doğasında nükte anlatmak ustalığına sahip olanlara “Nüktedân” derlerdi. Dursun ile Temel fıkraları şakacı, insanı gülümseten bir şekilde dinlenen, bir anlamda hoşgörü dolu Lâtife’dir. Eskiler; “Lâtife, lâtif gerek!” demişlerdir. Bu söz; ancak kıvrak zekâsı olanlar için anlam ve değer taşır. Derin mizah anlayışı ve fıkra anlatımındaki ustalığı ile tanınan Halim Mete denizi ve İstanbul’u şöyle yorumlar; İstanbul’a ilk geldiğim yıllar 5 ya da 6 yaşlarındaydım. Rahmetli babaannemle beraber ilk geldiğimizde Haliç Fener’de bir evde oturuyorduk. En çok dikkatimi çeken Fener Karakolu ve onun yanındaki Fener Vapur İskelesi’ydi. Fener’den vapura biner Galata Köprüsü’nde iner, Karaköy Vapur İskelesi’nden bindiğimiz vapurlarla Arnavutköy ve Çengelköy’deki akrabalara giderdik. Bazan da Haliç Fener’den biner, Hasköy ve Halıcıoğlu’ndaki akrabalarımıza giderdik. Haliç’teki vapurlar siyah renkli ve küçük vapurlar idi, bol duman çıkartan makinaları vardı. Boğaz’daki vapurlar ise son yıllara kadar, hatta son zamanlara kadar çalışan beyaz renkli daha büyük vapurlardı. Kıçtaraf birinci mevki, baştaraf ikinci mevki idi ve biraz daha ucuzdu. Boğaz’daki vapurlarda kıçüstü diye adlandırılan alanlarda oturanlar ilave para verdikleri için genellikle buralarda varlıklı olanlar otururlar, çaylarını, kahvelerini yudumlarlardı. Haliç Fener’de oturduğumuz senelerde yürüyerek; Ayakapı, Küçük Mustafa Paşa, Cibali’den Unkapanı Köprüsün’den karşıya geçerek Karaköy’deki Vapur İskelesi’ne veya Galata Köprüsü’ndeki Tenezzüh motorlarının iskelesine gittiğim çok olmuştur. Küçük Mustafa Paşa’da akrabamız Kırıkçı Meryem Teyze’ye ve Perşembepazarı’nda Tornacı Şaban Usta’ya (Şaban Hantal) uğramadan geçmezdim. Bu yürüyüşleri yaparken Haliç’in kıyısındaki kayıkları, karşıdan karşıya sandalıyla yolcu taşıyan Rizeli, hatta genellikle Rize Pazar veya Ardeşen’li bizim uşakları seyretmeye doyamazdım. Bazı günler Fener’den Eyüp’e doğru yürürdüm. Yürüyüşe başlarken Fener Patrikhanesi, Kırmızı Kilise, Bulgar Kilisesi dikkatimi çekerdi. Ama, bir denizci çocuğu ve torunu olduğum için en çok dikkatimi çeken; gemiler, takalar, çektirmeler, mavnalar olurdu.

1950’li senelerde Fener’den Ayvansaray’a kadar çekek yerleri mevcuttu. Daha saç gemi yapımı tam başlamadığı için çektirmeler neredeyse her sene bu çekek yerlerinde karaya çekilir ve tamir edilirdi. Çekek yerleri yazın toz içinde, kışın ise çamur deryası gibi olmasına rağmen, ayakkabılarımızın çamurlanması bahasına bu gemileri görmeye bayılırdık. Haliç’te çekek yerleri ve gemi onarımları Kenan Torlak ve kardeşleri, Başaran Bayrak, Ramazan Gündoğdu gibi arkadaşlarımıza sorulabilir. Çünkü bu ve bunun gibi isimlerini sayamadığım ailelerin büyükleri tersaneciliğimizin de eskileri, üstatlarıdırlar. Sözümü bir kayıkçı fıkrasıyla süslemek isterim; Rizeli bir kayıkçı Boğaz’ın bir yakasından yolcusunu almış karşıya geçiriyormuş. Yolun ortasında bir yerde kayıkçı yolcudan yol parasını istemiş. Yolcu ‘Param yok’ deyince, kayıkçı sağa sola bir bakmış, önünde bir şamandıra görmüş ve şamandıraya yanaşarak yolcuya seslenmiş. ‘Ula, seni dişari çikartsam bağa yazuk, seni denize atsam sağa yazuk, bari seni atayim şamandıranın üstüne da ne sağa yazuk olsun, ne da bağa… Yine Rizeli sandalcı bir profesörü kayığına almış Boğaz’dan karşıya geçiriyormuş. Yolun yarısında profesör bizim uşağa sormuş: Sen matematik biliyor musun, ‘Yoook’ demiş andalcı, ikinci soru gelmiş ‘Fizik biliyor musun?’ yine ‘Yoook’ cevabı gelmiş. Profesör yılmamış ‘Kimya biliyor musun?’, yine ‘Yok’ demiş sandalcı. Profesör isyan etmiş ‘Oğlum desene gitti ömrünün yarısı’. Rizeli kayıkçı çok üzgün, bir şey demesi lazım. Bakmış ki hava bozmaya başladı. Dönmüş profesöre; ‘Hoca sen yüzme biliyimisun?’ diye sormuş. Hoca ‘Yoook’ deyince kayıkçı cevabı yapıştırmış ‘Desene gitti ömrünün tamamı..’

47 yıl Nasıl Geçti
Bir ailenin mutluluğu birbirine sevgi ile bağlanmış eşlerdir.. Halim Mete Beykardeşimizin evliliğinin 47.ci yılında Rize’de yayınlanmış “47 Yıl Nasıl Geçti” başlıklı aile mutluluğu öyküsünü okudum.
Bukez de bu makalede Saliha Hanım ile Halim Mete ailesinin öyküsünü Halim Mete’nin gençlik heyecanlarıyla saygıyla, sevgiyle hatırlamış olalım.
Şöyle anlatır; 1971 yılının ilk aylarıydı Babam ve Annem, Münevver Teyzem’le konuşuyordu; - Münevver, Ha bu Halim’i evlendirelim diye düşünüyorum, tanıdık ailelerden bir kız var mı? - Osman Enişte; Bizim Makinist (Çayeli’li/Mapavri’li) Salih Tüysüz Usta’nın, Fethiye Abla’nın bir kızı var. Çok iyi bir kız, hem güzel, hem elinden iş gelir, hem de büyüklerine çok saygılıdır,.
Babam ve Annem bunu duyunca çok heyecanlandı. Çünkü Salih Usta babamın büyüğü ve makinistlikte ustasıydı. Babamın da makinist ehliyeti vardı. Fethiye Hala’nın ise annemin ailesinde saygın bir tanınırlığı vardı.
Babam bu teklif üzerine hemen harekete geçmeliydi. Hiç vakit geçirmeden babamın Kayınpederi, benim annemden Dedem Kaptan İbrahim Hantal’ın İzmir’deki ofisine bir telgraf çekti;“İbrahim Amca, Büyük Torunun Halim’e Makinist Salih Usta’nın kızını istemek istiyoruz, sen de onaylıyorsan kızın babası çalıştığı gemiyle bu günlerde İzmir Limanı’na gelecek, bir temas kurar mısın?”
Telgrafı alan dedem, bir kaç gün sonra Kayınpederim Salih Usta’yı İzmir Limanı’nda karşılayıp durumu anlatır. Aldığımız bilgiye göre o da babamın heyecanlandığı gibi heyecanlanmıştır.
Ancak kızı Saliha’nın görüşü nedir, onu öğrenmelidir. Bunun için İzmir’den İstanbul Ortaköy’deki evlerine gelmelidir. Nitekim öyle yapar, gemiden izin alarak ayrılır, ilk uçaklardan birine binerek İstanbul’a gelir.
Şöyle devam eder; Bir iki gün içinde babamla telefonlaşarak Sirkeci’de bir arkadaşlarının bürosunda geleceğin dünürleri bir araya gelirler.
Babam İstanbul’dan Kartal’a dönüşünde her işin olumlu geçtiğini hissettirerek;
- Yarın Ortaköy’e evlerine git, seni bekliyorlar, gelinim Saliha hanımkızımızla tanış, dedi.
Bendeki heyecan zirveye çıkmıştı, o gece uyuyamadığımı biliyorum. Şubat ayı bir kış günüydü, sulu kar yağıyordu. Üzerimdeki paltom veya pardesüm eskimişti. Sabah erken kalkarak doğru Mahmutpaşa’ya gittim. O zamanlar ne AVM’ler vardı, ne de Kartal gibi yerlerde büyük mağazalar, Mahmutpaşa’da biraz dolaştıktan sonra boyuma uygun kareli bir palto alabilmiştim. Vakit öğleye yakındı, yemeği Ortaköy’deki evde yiyecektik, oraya davetliydim.
Nitekim Eminönü’den bir tramvaya binerek Ortaköy’e vardık. Ben yıllar önce, 1959 senesi olsa gerek, orta İkinci sınıftayken İstanbul’a anneannemin evine geldiğimde teyzemle beraber Fethiye Hala’ya gitmiştik ve bana iki tane mavi gömlek dikmişti. O zamanlar Ortaköy’de Dereboyu’nda oturdukları evden başka bir eve taşınmışlardı. Sora sora eve ulaştım..
Heyecandan ve utancımdan kıpkırmızı kesilmiştim. 25 yaşındaydım, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi üçüncü sınıfa gidiyordum, ama hala çok utangaçtım.
Yemeğin nasıl geçtiğini bilmiyorum. Biryandan yemek yerken, biryandan da Saliha Hanımın yüzünü görmeye çalışıyordum. O ise mutfakta yemekle meşgul olup, içeri girip çıktıkça yüzünü biraz görebiliyordum. Ben çok heyecanlıydım..Neyse yemek, sonrasında çay kahve evden ayrıldım, akşama doğru Kartal’a geldiğimde babamın ilk sorusu:
- Oğul, gelinimin gözleri mavi mi idi?
- Baba, gözlerini göremedim ki mavi olduğunu söyleyeyim,
İşte o günlerle bu günlerin farklarından biri buydu,

Sorusunun amacı da Saliha Hanım’ın iki dayısı Yakup ve Ahmet, babamla kardeş gibiydi. Onların ikisinin gözleri de maviydi. Ama Saliha Hanımın gözleri mavi değildi,
Artık aileler tarafından, bizlerin de görüşü alınarak kararlar verilmişti. Verilen ilk karar; söz, nişan yok, hepsi bir arada en kasa zamanda nikah yapılacak.
Karşılıklı aile ziyaretleri, yenen yemekler, aileden bazılarının katılmaları ile Mahmutpaşa ve Kapalıçarşı’dan o günün belirli mağazalarından alışverişler… Mütevazi eksiklerin tamamlanması derken artık nikah gününü almaya sıra gelmişti. Nikahımız 6 Mayıs 1971 Perşembe günü Kadıköy Evlendirme Salonu’nda yapılacaktı.
Tüm akrabalar, dostlar çağırılmıştı; nikah arabası olarak babamın yakın dostu Düzce’li Rahmetli Hasan Öztürk Amcamızın Mercedes Marka arabası bize tahsis edildi. Araçlar peşpeşe Ortaköy’den gelin alındı, doğru Kadıköy’deki nikah salonuna, nikahın kıyılması, herkesle tokalaşma, tebriklerin kabulü, oradan Kartal Yakacık Caddesi’ndeki Mete Apartmanı’na gelindi. Aile tarafından hazırlanan yemeklerin yenmesi, bir kemençeci eşliğine 4 daireli üst katta horonlar oynanması ile kutlama yapıldı.
Çocukluk arkadaşlarım oradaydı; Ali Çırpıcı, İrfan Turan, Dr Erdem Hürsoy, Hasan Doğruyol, Tayife’nin Yılmaz ve diğerleri…Dualarla mutlu bir yuvayı kurmuş ve hayatımıza başlamıştık, Saliha Hanım evimin Sultanı olarak neredeyse gençlik yıllarının büyük bir bölümünü geçirdiği Ortaköy’den ayrılmış, Kartal’a gelin gelmişti.

Evliliklerinin 50.ci yılında Halim Mete ve Saliha Mete..

Tam 49 Sene Bitti..
49 Sene önce çıktığımız yolculukta 12 kişiye ulaştık. Çocuklarımızın ne çocuklukları, ne gençlikleri, ne okul çağları, ne de sorunlarıyla ilgili benim payım eşimin emekleri yanında çok az kalır. Bütün emek annelerindir, yani muhterem eşim Saliha Hanım’ındır.
Geride kalan yılların muhasebesini daha çok yaptığımızda görüyoruz ki, bizim çağın annelerinin hakkı yenmez. Eşim bana hakkını helal etmiş olsa da bu konuda ondan yine helallik almak isterim;

Saliha Hanım,
Salih Amcamın, Fethiye Halam’ın, Anaka’mın kızı
Çok Değerli Eşim,
İyi ki Allah evlenmemizi nasip etmiş, iyi ki karı koca olmuşuz.
Allah senden ve seni yetiştirenlerden ve bizim evliliğimizi nasip edenlerden razı olsun.
Dilerim ki 50. Yılımızda çocuklarımız, torunlarımız ve dostlarımızla bir arada olalım. Amin..”

Yıllar akıp giderken

Halim Mete, 2016 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu hastaneye yatmış ve böbrek ameliyatı olmuştur. Bu günleri “Hastaneden küçük bir muhasebe” başlığı altında hayatının bir özetini diye paylaşır ve şöyle anlatmıştır; Hamsi, balık, Kara lahana, minci, sarma yiyerek büyümüşüz, az bulmuşuz ama bulduğumuzda yetinmiş hiç aç kalmamışız. Lisede iken babamla çalışmaya başlamışız. Buna başlangıç olarak 1964 diyebiliriz. Tam 52 yıl olmuş, hala çalışıyorum, Allah'ımıza Hamd olsun.. Önce babamla başladığımız işimizi hala kardeşlerimizle birlikte yürütüyoruz.. O yetmemiş, her gün Allah'a "Yarabbim beni insanlık için hizmet eden kullarından eyle" diyerek dua etmişiz.. Bizlere, okul derneklerinden cami derneklerine, Ticaret Oda'larından TOBB'a, Spor kulüplerinden, bir çok Vakıflara kadar görevler nasip etmiş, hiç bezmeden koşturmuşuz.. Doğduğum yer olan Rize'den Cumhurbaşkanı, Başbakanlar, Meclis Başkanları çıkmış.. Ailemden Milletvekili, Senatörün yanında bölgenin en karizmatık insanları da çıkmış.. Espri yapmışız, fıkra anlatmışız, yüzümüzden gülümsemeyi hiç eksik etmediğimiz gibi Rize'yi de temsil etmişiz.. Futbol deyince 5 yaşındayken, teyzemin aldığı Beşiktaş formasıyla İstanbul Ortaköy'deyken o takımın taraftarı, sonra üyesi, sonra da Divan Kurulu üyesi olmuşum.. Sonra Kartal'da hala önemli bir amatör Kulüp olan Bulvarspor’da yıllarca başkanlık yapmışım..” Şiirlerinde yaşamın dönemeçlerini, biriktirdiği anıları ve geçen yılların getirdiği olgunluğu etkileyici bir dille ifade eden Halim Mete, “80 yaş bir son değil, aksine öğrenmenin, paylaşmanın ve tecrübeyle yoğrulmuş hayatın anlamını daha derin hissetmenin bir zamanı” sözleriyle hayata olan bağlılığını dile getirmiştir. Halim Mete’nin 80 yaşına şiirinden bir kesit şöyle:

Yaş gidince belin tutmaz, Sıra gelir dilin tutmaz, Bazıları alay eder, Allah korusun aklın gider, Biliyoruz, bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Koca bir ömür yaşadık, Seksen oldu, biz yaşlandık, Sanırım; yeni başladık!! Biliyoruz, bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Ne tecrübeler edindik, Acı, tatlı neler gördük, Geleceği tek tek ördük, Biliyoruz, bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, İhtilaller, siyasiler, Geçip giden o nesiller, Kavga, savaş, daha neler, Biliyoruz, bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Nice tecrübe edindik, Eğilmedik, durduk dimdik, Ayaktayız biz şimdilik, Biliyoruz bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Unutulmaz onca dostlar, Bunların bir kısmı yoklar, Bize yakındı, uzaklar, Biliyoruz, bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Biz Atatürk’le büyüdük, Dostlarımızla hep güldük, Cumhuriyetle yoğrulduk, Hamd olsun ki; bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider, Dostlar, Canım Arkadaşlar, Yok günleri paylaşanlar Kolum girip, yol aşanlar, Halim, sizle her yerde var, Hamd olsun ki; bu bir kader, Böyle gelmiş, böyle gider..

Sonrasında 60 yıldır oturduğum yer olan Kartal’da Kartalspor'a yıllarca asbaşkanlık yapmışım.. Sıra artık ait olduğum yerin takımı olan Çaykur Rizespor'a gelmişti, 2008 yılında benim bulunmadığım bir genel kurulda Başkan seçildim,bir yıl sonra da o görevden ayrıldımsa da Başkan yardımcısı olarak devam ediyorum.. Ediyorum da zaman zaman üzülüyorum, üzüyor beni takım. Peki tüm bunlardan sonra Hastahane ne iş!

Herşey Allah'tan, bize düşen ise Allah'a sığınmak ve dostlardan dua beklemek.. 27 Eylül 2016 da 70 yaş Doğum günümde ameliyat oldum.. Bu sefer böbrek ameliyatı da uzun sürdü. Ama çok şükür iyiyiz. Hastane sohbetini Karadeniz fıkralarıyla tamamlayalım; Temel Kaptan’ın seneler önce bir takası varmış. Trabzon’dan yükünü yükler Batum’a gidermiş. Yine bir gün sefere çıkmak için hazırlıklarını yapmış, ancak bir gemicisi eksik olduğu için kalkamıyormuş.Bir iki gün sonra üç gemici birden gelmiş, üçü de Karadenizli. Gemiciler, “Bizim uçumuzi birden işe alursan geluruk,” demişler. Temel Kaptan sormuş: “Ne maharetunuz var ki uçunuzi birden işe alayim.” Biri cevap vermiş: “Ben çok iyi görürüm.” Diğeri atılmış: “Ben çok iyi işiturum.” Üçüncüsü hemen eklemiş: “Ben da çok iyi söverum.” Temel Kaptan en sonunda dayanamamış. “Hade ikinuzi anladım da üçüncinun dediğu ne işe yarayacak.” Bunun üzerine “Görürsun,” demiş üçüncü gemici. Temel Kaptan takasını sefere kaldırmak zorunda olduğu için, bir gemicinin lazım olduğu yere üç gemiciyi birden almak zorunda kalmış ve Trabzon’dan hareket etmiş. Bir kaç saat sonra tam Rize açıklarından Batum’a doğru yol alırlarken, ilk gemici atılmış. “Bak, bak,” demiş, “Batum’da yaşli bir teyize balkonda elindeki ipluği iğneye geçuruyi.” Bunu duyan ikinci gemici eklemiş. “Ey” demiş, “İğneyi elinden duşurdi, sesini duydum.” Üçüncü gemici de hemen devam etmiş. “Temel Kaptan, gördün mi sövmenun ne işe yaraduğuni? Bu ikisi yalan konuştukça ben onlara sövüp yalanlarini ortaya çikartiyrum.”
***
Temel uçurum kenarında karşıdaki vadinin manzarasını seyrederken ayağı kaymış ve aşağı yuvarlanmış. Ama tam uçurumun başında boy vermiş bir dala son anda tutunabilmiş ve boşlukta asılı kalmış. Can havliyle bağırmaya başlamış:
- Orada kimse yok mi?
Ses gelmemiş..
Temel bağırmış..
- Orada kimse yok mi?
Temel bağırmaktan yorgun düştüğü, kollarının dermanının kesildiği bir sırada derinlerden bir ses gelmiş:
- Ey Temel. Yolun buraya kadarmış. Şimdi ya dal kırılacak, ya kolun yorulacak, sen de aşağı düşeceksin. Eğer iyi bir insansan cennete gidecek, orada hurilerle gün geçireceksin. Ama bir günahkârsan cehenneme gideceksin ve o zaman zebaniler....
Temel lafın sonunu dinlememiş.
Son bir gayretle bağırmaya başlamış:
- Başka kimse yok mi..
***
Biri Musevi, biri Hristiyan, biri de Müslüman Oflu Hoca olmak üzere üç din adamı bir toplantıya gitmişler. Burada din adamlarına ;
-Paralarınızın ne kadarını Allah için harcıyorsunuz? diye sormuşlar.
Musevi din adamı:
-Bir çukur kazıyorum. Paraları havaya atıyorum. Çukurun içine düşenleri Allah için harcıyorum.. demiş.
Hiristiyan din adamı ise;
-Bir çizgi çiziyorum. Paraları o yöne doğru atıyorum. Çizgiyi geçen paraları Allah için harcıyorum.. demiş.
Sıra Oflu Hoca’ya gelmiş. Hoca;
-Ben paraları havaya atarım, lazım olanı Allah alır. Gerisini ben harcarım demiş.

***
Temel sokağa çıkmış, bir de bakmış ki yeğenleri yerdeki direği havaya dikmeye çalışıyor. 'Ne ediysunuz' diye sormuş. Onlar da “iregun boyunu ölçiyruz' demiş. Temel de “Yere uzatıp ölçsenize” deyince, yeğenleri, “Emice, uzunluğunu değil, yüksekliğini ölçeyruz” karşılığını vermişler.”

***
Fadime teyze 80 yaşına gelmiş, hiç evlenmemiş. Yeğenleri de ona teyze seni evlendireceğiz diye takılırlar, Fadime Teyze de kıkır kıkır gülermiş...
Bir gün demişler ki karşıki kulenin tepesine iğne diktik, görürsen seni evlendireceğiz. Fadime Teyze de şöyle bir bakmış: “Oğul oğul iğneyi görüyorum da kule nerede?”

***

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

google