Arne Melhus
25 Mayıs 2023, Perşembe 14:35Kurallara uymamanın bir aileyi nasıl perişan ettiğinin hikayesidir Arne Melhus’un yaşadıkları, ben sadece sizlere aktarmada aracı oldum.Takdir sizlerindir. Hürmetlerimle…
ARNE MELHUS
Onu Portekiz’de tanıdım. Lizbon’da bulunan M/T FERMAN SİLVER isimli tankeri teslim alıp İstanbul’a getirecektim.Uçaktan iner inmez acenta karşıladı ve doğru gemiye getirdi beni. Gemi kuru havuzda karina boyasına hazırlanıyordu. İki, üç gün içinde boyama ve son rötuşlar yapılacak ve İstanbul’a müteveccihen yola çıkacaktık. Hava gayet güzeldi. Buna mukabil gemi bayağı pisti. Küçük ama sevimli bir gemiydi. Sisteri Ferman Golt ile birlikte filoya dahil olmuştu. Filoda bir de ilk gemim Ferman 1 vardı ama ne yazık ki yıllar sonra İsrail Hayfa’da satmak zorun da kaldım. Ferman1’e rahmetli Bedri Kaptan’ı değiştirmeye gittim bir aylığına sonra da Ferman Silver’i teslim almaya geldim Lizbon’a.
Kamarama çıkıp biraz dinlendim. Çay paydosunda da zabitlerimle tanıştım. O zaman ilk defa gördüm onu.
Orta boylu, güçlü kuvvetli tam bir viking torunu, sarı saçlı, mavi gözlü bir insandı. Ve ideal bir deniz emekçisi ikinci kaptan. Arne Melhus Norveçliydi. 42, 43 yaşlarında bir adem işte. Sırtında bir tulum, tankların arasında çalışıp duruyordu. Bana göre fevkalade profesyoneldi davranışları. O zamanlar gemilerde telsiz zabitleri görev yapardı. Üçüncü kaptan yoktu, telsiz zabitleri yardımcı olurlardı ve gemi çantası da telsiz zabitlerinde dururdu. Gemi çantasını ve evraklarını istedim, personelin evraklarını incelerkende ilk şoku yaşadım, şaşkınlığa uğradım.
Ocean going master ehliyetine sahip, ayrıca chemical tanker sertifikaları bir tamam olan Norveçli neden bu üç bin tonluk tankerde ikinci kaptanlık yapacaktı? Durum çok tuaf geldi, derhal şirkete telefon ettim. Gn. Müdür H…… A….
‘’Tuncay Kaptan, aramız da kalsın. Çok iyi bir kaptandır ama Norveç ve Avrupa piyasasında kara listededir.’’ dedi.
Sebebini sordum. ‘’Yahu Tuncay Kaptan. karıştırma sebebini.’’ deyince ‘’Bakın Beyefendi’’dedim. ‘’Karıştırma sebebini olur mu yahu? Adan terörist mi, sabotör mü? Ben bu adamla seyir yapacağım.’’ deyince ‘’Tuncay Kaptan, adam dünya tatlısı ama alkolik. Fakat tedavi olmuş.’’
‘’Eh bir deneyelim.’’ dedim.
Allah için tam bir ideal ikinci kaptandı Arne. Çalışkan, temiz, titiz, her işi bilen. Hani derler ya lep demeden leblebiyi anlayan bir kişiydi. İngilizcesi fevkalade, Almancası şahane bir kişiydi. Almanca, İngilizce çok kolay anlaşabiliyorduk.
Hareket öncesi son gece ‘’Gel cheff’’ dedim. ‘’Çıkıp bir dolaşalım.’’
‘’Tabii Kaptan’’ dedi.
Çıkıp doklara yakın bir bara oturduk.
‘’Ne içersin Cheff?’’ dedim. ‘’Şarap içelim mi?’’
‘’Kaptan, siz buyurun için ama benim durumumu biliyorsunuzdur. İçki almayayım da size kola ile eşlik edeyim müsaade ederseniz.’’ deyince adamın saygısına hayran kaldım. Biraz muhabbet ettik.
‘’Kaptan’’ dedi. ‘’Bazı aile problemlerim vardı. Norveç’ten ayrıldım. Oslo’da doktor bir kızım var. Bir müddet çalışıp bakacağım şartlar ne gösterecek.’’
‘’Hayırlısı olsun Kaptan’’ dedim.
Devrisi sabah havuza su verildi, gemi yüzdü, çıkıp bagladık tersane rıhtımına. İkmal filan yapıp gereken testleri neticelendirdik. Melhus harikalar yarattı, olağanüstü işler başardı. Sekiz kollu Hind tanrıları gibi her işin altından kalktı ve gemiyi sefere hazır hale getirdi.
‘’Tamam’’ dedim. ‘’Bu akşam istirahat edelim, sabaha kalkarız nasipse. Acentayı, pilotu haberdar ettik. Sabah da kahvaltıyı müteakip pilot geldi ve vira edip yol verdik İstanbul’a müteveccihen boş olarak.
Seyir rahat geçti. Yolda yük bağlamışlar. Reni’den Belçika / Zelzate’ye 3ooo M/T Cooal Taar. Kömür katranı. Isıtmalı yük. İstanbul’da kısa bir ikmal yapıp vurduk Karadeniz’e doğru Reni. Cooltaar yükleyip geldik İstanbul’a. Yakıt, su, kumanya ikmalini müteakip ver elini Belçika-Zalzate. Seyir gayet rahat geçti ve Melhus hiçbir problem çıkartmadı. Sanki adamın bir problem çıkartmasını bekler gibiydik her an. Nedenini bilmiyorum ama bu halet-i ruhiyenin sebebini de bilemiyordum. Tahliyeyi müteakip rotasyon gene aynıydı. Hareket ettik.
Gene rutin seyrimizi tamalayıp Reni’ye geldik. Yanaştık, yüklemeye başladık ve de dertler başladı.
Melhus, telsizden evini bağlatmış ve epeyce konuşmuş.Telsiz zabiti, ‘’Süvari Bey, Norveççe konuştular. Bir şey anlamadım.’’ dedi. Bu arada Melhus dışarı çıkmış, kısa bir zaman sonra da koca bir poşetle dönüp kapanmış kamarasına. Vardiyacı ‘’Sanırım poşette şişeler vardı, şangırdıyordu Beybaba’’ dedi.
Kamarasının kapısına gittik, kapı kapalı ve kilitliydi. Çalma, vurma, seslenme para etmedi, açtıramadık kapıyı.
‘’Bir deneyelim’’ dedim. ‘’Eğer arkasında anahtar yoksa master anahtar açabilir kapıyı.’’
Şansımız varmış master anahtar açtı kapıyı. Girdik kamaraya. Melhus, bir iç donu ile sızıp kalmıştı ranzasında.Yerlerde boş içki şişeleri, bira kutuları, sigara izmaritleri vardı. Uyandırmanın imkanı yoktu. Kısacık zamanda içilen bunca karışık içki komaya sokmuştu garibi.
‘’Bırakın uyusun’’ dedim. Meydandaki bir, iki şişe içkiyi alıp sakladım. Kapısını kilitleyip vardiyacıya verdim.
‘’Kapıyı açmayın, saat başı kontrol edin ve anahtarı da vardiyacılar birbirlerine teslim etsinler.’’ dedim.
‘’Başüstüne beybaba’’ dedi vardiyacılar.
Gemiyi yükledim, bütün rutin işleri yaptım, hem kaptanın ve hem de ikinci kaptanın işlerini tabii. Bu müddet zarfında Melhus kamarasındaydı. Sanırım kalkıp içiyor ve gene sızıyordu. Ne kadar arasak sakladığı içkileri bulamamıştık. Neyse hareket ettik ve şansımıza da hava iyiydi. Şubat sonu, yerlerde kar vardı fakat deniz sakindi, rüyet kapalıydı ama o zamanlar kontrol, VTS filan olmadığından bekleme filan yapılmıyor, sıra filan alınmıyordu ve gelen giriyordu Boğaz’a. Bir cumartesi gecesi gelip direkt girdim Boğaz’a. Hava sulu kar yağışlı, rüyette kötüydü. Buna karanlık ve sahil ışıklarının yansıması da eklenince gemiye sancak kırlangıçtan kumanda etmeye karar verdim. Kırlangıca çıkıp sarıldım gocuğuma. Seyre konsantre olup rotayı muhafazaya dikkat etmeye başladım. 3000 m/t cooltaar yükümle takribi 4 mile yakın kıç akıntısı ile Sarıyer’e doğru ilerlemeye devam ettim.
Kendimi seyre odaklamışken bir gürültü koptu. Bağırış, tutun feryatları arasında köprüye bir külotla çıplak, yalın ayaklı bir adam daldı ve doğru serdümene saldırdı. Adamcağız ne olduğunu anlayamadan kendini yerde buldu, dümen kontrolünden yoksun kalan gemi akıntı ve padıl tesiri ile sancağa dönmeye başladı,kıçı kaptırdı akıntıya. Dönüş hızlandı. Koşup sarıldım dümen dolabına, kendimi anında yerde buldum. Melhus sarılmıştı bacaklarıma, kafamı nereye vurduğumu bilmiyorum ama bir ara kendimden geçer gibi oldum. O sırada serdümenin fırlayıp dümen dolabına ulaştığını gördüm. Refleksle salladığım sağ ayağımın bir vücuda vurduğunu anladım ama darbenin nereye isabet ettiğini göremedim. Yalnız bir feryat işittim o kadar. O anda gözüm pruvaya kaydı, faciaya ne kadar yaklaştığımızın farkına vardım.
Süngükaya feneri tam pruvamda çakıyordu ve gemi pruvadaki restoranlara doğru pek ağır sancağa doğru dönerek bordadan sürükleniyordu. VHF’den ‘’Kaptan nereye gidiyorsun?’’ diye bağırtılar geliyordu. Cevap verecek zaman yoktu. Serdümeni kenara iterek dümen dolabına saldırdım. İskele alabandaya bastım dümeni, o sırada Süngükaya feneri tam baş kasara hizasındaydı.Göz ucu ile baktım, davlumbaza dolan personel taş kesilmiş suskun ve sessiz çarpışmayı bekliyorlardı.
Her şeyin o anda ki soğukkanlılığıma bağlı olduğunu düşündüm. Gemi hızla iskeleye dönmeye devam ediyordu, fener kulesi davlumbazın hizasına gelince elimizi uzatacak kadar yakındı. Zaten aksi olsa oturmuştuk. Çünkü kayalık ile fener kulesi arasında tahmini 60/65 metre kadar bir açıklık, geçit vardı ve gemiyi 3000 m/t cooltaar yükümle oradan geçirmeye çalışıyordum ki bu yegane ve geri dönüşü olmayan bir çareydi. Gemi yoluna devam ederken iskeleye döndü ve pruvasını Anadolu sahiline tevcih etti. Fener kulesi kıçta kaldı, anında sancak alabanda ile gemiyi rotaya aldım. Çünkü kuzeye çıkan bir gemi yeri göğü yırtan düdük sesleri ile beni ikaz etmeye çalışıyordu. Bu anda kimseye cevap verecek durumda değildim.
‘’Çocuklar alın şu dümeni ve bana bir bardak su verin.’’ dedim.
Bir gemici hemen teslim aldı dümeni, rotayı verdim. Uzatılan bardaktaki suyu içtim, boş bardağı uzattım.
‘’Afiyet olsun Beybaba’’ dediler.
‘’Sağ olun çocuklar, hepimize geçmiş olsun da anlatın bakalım ne oldu?’’ dedim tekrar soğukkanlılığımı kazanarak.
Baktım Melhus yerde yan dönmüş çenesinden sızan kan ile sakince uyuyor. Ya attığım tekme geldi ağzına ya da bir yere vurdu bilemem. Hemen hemen bütün personel davlumbazdaydı. Hem kumanda ediyor hemde olayı anlamaya çalışıyordum.
‘’Çocuklar, anlatın bakalım neler oldu? dedim tekrar.
Melhus kalkmış, seyirde olduğumuz için çocuklar kapıyı kilitlememişler, kapısında da nöbetçi olmadığından çıkmış kamarasından. İçkisi de bittiğinden revire gitmiş. Revirin kapısı kilitli olduğundan önce yangın baltasi ile revirin kapısını kırmış ve tedavi için bulundurulan alkolü içmiş. Tabii gürültüye koşan personel mani olmaya çalışmış ama onlara da karşı koymuş. Rast gele salladığı balta, alabanda ve kapılarda hasara sebep olunca personel yakalayıp bağlamak istemiş. Bu itişip kakışmada baltayı elinden almaya muvaffak olmuşlar ama Melhus da o bilinçsiz hali ile önüne çıkan merdivene saldırmış. Merdiven direkt köprüye çıktığı için sonuç malum.
Yarı baygın, yarı sızmış Melhus’u kamarasına gönderip yatırttım ve kapısını kilitlettim. Saat 02.00’de gelip demirledim Yenikapı açığına. Sabah daha kendine gelememiş Melhus’u giydirip eşyalarını topladık ve gelen acente motoruna bindirip doğru Karaköy yolcu salonuna götürdüm 5’inci şubeye. Hiçbir şeyin bilincinde değildi. Acente memuru işlemlerini bitirdi. Şirketten gelen görevli ile Beyoğlu’nda bir otele götürüp yatırdık ve şirkete gelip olayı rapor ettim. Zabıt tutuldu ve yeni ikinci kaptanın yarın geleceğini söylediler. Şirket haklı olarak transiti bozmak istemiyordu.
‘’Aman Tuncay Kaptan’’ dediler. ‘’Bir sefer için idare et. Gelende hırlı bir bok değil ama bu kısacık zaman da bunu bulabildik.’’ Dediler.
‘’Tamam’’ dedim. ‘’Sorun yok’’
Melhus’dan daha beteri olamazdı ya… Ama yanılmışım. Onun da yaptıkları ayrı bir hikaye konusudur. Ben eve gidip geceyi evimde geçirdim ve geldim sabahına gemiye. Yeni ikinci kaptanda akşam üstü geldi ve bu arada kumanya ikmali yaptık ve gece transitin bitimine bir saat kala hareket ettik.
Anwers’ten Melhus’un evine telefon ettim Oslo’ya. Telefona bir kadın çıktı, tanıttım kendimi. Melhus’un doktor olan kızıymış.
‘’Sayın Kaptan, babamın adına sizden çok çok özür diliyorum.’’ dedi.
‘’Hanımefendi sorun yok, olur böyle şeyler. Benim merak ettiğim gayet iyi iken neden birden içkiye başlaması?’’ deyince,
‘’Kaptan’’ dedi. ‘’Babam ve annem çok büyük bir aşk yaşayan insanlardı. İnanın Romeo ve Jüliet’in aşkı sönük kalırdı onların aşkı yanında. 26 yıllık evli idiler ve hala ilk günkü gibi aşıktılar birbirlerine. Annem, erkek kardeşimle birlikte yedi aylık bir seferden dönen babamı gemiden almak üzere limana giderken aşırı alkollu bir tır şoförünün kırmızı ışıkta geçmesi ve arabasına çarpması ile kardeşim ve annemin can vermesine sebep oldu.Gerisini biliyorsunuz işte.’’ dedi.
Kapattık telefonları… Ne söyleyebilirdim ki? Bu da Melhus’un yazısıymış.
02.05.2001 M/T Layra
Antwerp
Uz. Yl. Kaptan H.Tuncay Alpman
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.