A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Azak Denizi'nde Buzlanma - 2. Bölüm

18 Eylül 2023, Pazartesi 12:00
reklam yerim makale içi

Gece rahat geçti, zaten erkenden akşam oluyor ortalık kararıyordu. Sabah hava dahada berbatlaşmıştı. Rüyet hiç yoktu, suhunet -32 C° idi ve rüzgar N-NE den 6/7  beuford kuvvetinde esiyor yalnız deniz donduğu için dalga yapmıyordu. Deniz donmuş bizi ve kim bilir kaç gemiyi beyaz bir hapishaneye kapatmıştı. Bu vaziyette personele güvertede bir iş yaptırılamazdı. Saat başı vardiyacı, sancak kaportadan çıkıp pruvadan dolaşıp iskele bordadan dönüyor ve zor atıyordu kendini kuzineye eli ayağı donmuş, bıyıklarından buzlar sarkarak. Bu vaziyette iki gün daha geçti. Sanki uzaydaydık. Rüyet sıfırdı. Bir yerden kerteriz alamıyorduk. Zaman, mesafe, mevki mevhumlarını kaybetmiştik. Boyutsuzluk denen şey bu olmalıydı. Ama bunun birde psikolojik boyutu vardı. Personelin hiçbiri böyle bir macera yaşamamıştı. Ufak ufak korku emarelerini görüp hissetmiyor değildim. Üçüncü günün sabahı kar tamamen durdu. Gök masmavi açık rüzgar 5/6 kuvvetinde esiyordu. Çıktık güverteye, her yan buz, termometre  -23 C°. Bu vaziyette yapabileceğimiz bir şey yoktu. Günümüz kamara, salon, köprüüstü üçgeni içinde gelip geçiyordu. Denizde üç kilit olmasına karşı sürüklünmeyi önleyemiyordum. Gemi buz kütlesi ile beraber sürüklendiği için ileride bu katmanların daha da kalınlaşacağını biliyordum. Demiri vira etmeyi deneyelim dedim. Irgatın çok zorlamasına rağmen iki buçuk kilit almaya muvaffak olduk, sonunda ırgat stop etti. Sanırım demir, buz kütlesinin altına dayandı. Bizim ırgatta o kütleyi kırıp veya kaldıramadığı için stop etti. Demiri bu vaziyette kastanyola üzerinde bosaya vurup paydos ettik.

Yaptığımız hesap neticesinde saatte 08 mil süratle Kerch Boğazı’na doğru sürüklendiğimizi gördüm. Sahile bile sürüklensek bir hadde üst üste yığılan ve tabi ki gitgide kalınlaşan bu katmanların sıkışıp geminin sürüklenmesini önleyeceğini biliyordum. İçim rahattı. Benim içim rahattı rahat olmasına da personel tedirgindi ve huzursuzluk gün be gün artıyordu. Buza sıkışma hakkında kalanları hatırladım. Geminin etrafına sekiz, on yerden kalın kalaslar astırdım usturmaça gibi. Bu da Alman kanal gemilerinde çalışırken uyguladığımız bir yöntemdi. Bu minvel üzre sürüklenmeye devam ile Kerch Boğazı’na vasıl olduk. Kerch-Mariapol transit rota hattını da geçip demir mevkimizden 57 mil sonra tamamen buza saplanıp hareketsiz kaldık. Vakit geceydi. Cihazlarımız sürüklenmenin durduğunu gösteriyordu. Sahile dört mil mesafede sıkışan buz katmanlarının arasında tamamen hareketsiz kalmıştık.  Etrafımızda bir yığın gemi vardı. Onlarda bizim gibi tamamen hareketsiz pruvaları muhtelif yönlere bakan çaresiz gemilerdi. Sahil ışıkları dört mil mesafede inci taneleri gibi pırıldıyordu.

Sabah hava gene açık ve parlaktı. Kar yağışı durmuş, rüzgar dinmişti. Buz katmanları birbirlerinin üzerine yığılmış ufak tepeler halinde sahile doğru devam ediyordu. Deniz tabanı on yedi metreydi. Draftımız 4.10 metre olduğuna göre omurgamız ile deniz tabanı arasında 12.90 m su vardı. Bu da gemi emniyeti açısından gayet emniyetli bir derinlikti. Tahmini yirmi bir mil mesafede Kerch Boğazı demir mevkinde şirketin diğer gemisi demirliydi. Boğazın açılmasını bekliyordu. Bizim hareketimizi müteakip terminalden yükleyerek peşimize Trebolu’ya gelecekti ama buzlanma yüzünden bütün plan ve dengeler alt üst olmuştu. Kaptan arkadaşla VHF vasıtası ile devamlı temas halindeydik, ilk defa karşılaştığı bu durum karşısında biraz paniklemiş gibiydi. ‘’Yahu biraz sakin olun.’’ Dedim. ‘’Siz gayet rahatsınız, hareket imkanımız var.’’

 Doğru dediler. ‘’Bizim hareket imkanımız var.’’ Evet, etrafımızdan yüzer buz kütleleri geçiyor ama bize zarar verecek halleri yok. O halde dedim yakıt, kumanya, suyunuz da var yatıp bekleyin birader, bakın keyfinize. VHF konuşmalarından anladığıma göre birçok geminin durumları iyi değildi. Kimi yakıt, kimi kumanya derdine düşmüştü. Gerek şirketin ileri görüşlülüğü ve gerekse benim tecrübem sayesinde hiçbir sorunumuz yoktu.

Olayları devamlı fotoğraflayarak rapor halinde şirkete sunmak için kayıt altına alıyordum.

Şimdi birde madalyonun ters tarafından bakalım. Bizim sekiz gomine kadar iskele kıç omuzluğumuzda, onunda bir mil kadar iskelesinde iki Türk kargo gemisi vardı. Liman başkanlığının bültenlerine göre tahmini 121 parça gemi mahsurdu buzda. Bize en yakın gemi olan S……. Gemisinin kaptanı ile konuştum VHF ile durumları hakikaten feciydi. Onlar mahsurdu biz ise sadece buza sıkışmıştık. Daha bir buçuk ay ve hatta çok sıkışırsak iki ay hiçbir yardım almadan hayatı idame ettirecek malzemeye maliktik.

Meslektaşımın kendisini tanımıyordum. İki kaptan olarak VHF’den muhabbet ediyorduk. ‘’Ağabey’’ dedi. ‘’Kumanyam hiç kalmadı. Resmen açız, en kötüsü yakıtım bitti. Bırakın ana makineyi, jenaratörleri çalıştıracak yakıt yok ve mecburen jenaratörleri stop ediyoruz ve bu havada kaloriferler de elektrik olmadığından çalışmayınca millet açlığını unuttu, donmamak için uğraşıyor. Mümkünse bize biraz yakıt ve kumanya verin ,parasını hemen öderim veya isterseniz şirket İstanbul’da hemen şirketinize ödesin.’’

‘’Bak meslektaşım’’ dedim. ‘’Sakın bir daha para lafı etme. Kumanya sorun değil. Yakıt için ise usulen şirkete sormam lazım. Katiyen hayır demezler ama onları da çiğnememek gerekir. Siz nasıl transfer yapacağız onu planlayın.’’

Hemen telefon ettim DPA’ımıza anlattım durumu. Tabi Tuncay Kaptan, ne gerekiyorsa yapabilirsiniz ama nasıl transferi sağlayacaksınız?’’ deyince, ‘’Onlar bir formül düşünecekler. Şimdilik işin o yanını düşünmeyi karşı tarafa bıraktım.’’ dedim.

Derhal karşı gemiyi aradım ve durumu anlattım. ‘’Ağabey, sağ olun. Hemen adam yolluyorum.’’ dedi.

Hemen talimat verdim. Aşçıbaşı iki koca çuval kumanya hazırladı. Sonra diğer geminin bordasından bir çarmık atıldı ve altı kişi indi buzların üzerine. Birbirlerine bellerinden bağlandılar inceyle ve en acısıda her birinin bellerinde gene iple bağlı ikişer adet ellişer litrelik bidonlar olmasıydı. Bunlarla yakıt alacaklar, jenaratör çalıştıracaklar, elektrik elde edip kaloriferleri devreye alıp ısınacaklar ve sıcak yemek yiyeceklerdi. Türk denizcisinin kaderi.

Adamlar sekiz gomine mesafeyi bir buçuk saatte kat edebildiler. Hepsi buz kesmişti. Her iki gemiden karşılıklı devamlı gözetledik, hareketlerini takip ettik, bir terslik olursa ne yapabileceğimizi düşündük. Hamdolsun birinci etap bitmişti. Sağ ve salim gelebilmişti insancıklar ama birde salimen dönebilselerdi gemilerine.

Hemen salona aldık. Misafirlere önce sıcak bir çay ikram ettik. Ardından sağ olsun aşçıbaşının kısacık zaman içinde özenle hazırlayıp donattığı sofraya buyur ettik misafirleri.

- ‘’Hadi arkadaşlar dedim. Siz önce buyurun sofraya, karnınızı doyurun güzelce. Arkadaşlarınız da bu arada bidonları doldursunlar, sonra konuşuruz. Hadi buyurun sofraya.’’

- ‘’Sağ olun Süvari Bey, çok teşekkür ederiz.’’ dediler. Rahatça yemeklerini yesinler diye ayrıldım salondan.

Sonra yemek üstüne keyif çaylarımızı içerken anlattılar maceralarını. Mariapol’dan kütük demir yüklemişler Cezayir için. Sefer kısa. Yakıt ve kumanyamız yeter, dönüşte İstanbul’dan geçerken ikmal yaparız demişler.

-‘’Efendim Süvari Bey çok ısrar etti ama dinletemedi sesini. Ne yakıt ne de kumanya vermediler. Daha da beteri, bu ay dört ay oldu. Kuruş para alamadık.’’

- ‘’Ne diyebilirdim ki bu adamcağızlara?’’

Bizden üç, dört misli büyük o görkemli kargoya baktım birde benim küçük kızıma. Hamdolsun her şeyimiz vardı, hem de bol bol. Allah’a şükür ettim böyle bir işletme de çalıştığım için.

Sonra o zavallı emekçiler gene indiler buza. Bellerinden birbirlerine bağlandılar. Şimdi birde peşlerinden sürükleyecekleri yüzer litre motorin yüklü ikişer bidon vardı.

Ağır ağır yola koyuldular Volga mahkumları gibi. Bir tek Volga Volga filiminin şarkısı eksikti fonda. Gitgide ufaldılar yavaş yavaş puslanmaya başlayan havanın içinde. Gemilerine doğru süren bu azap dolu yolculuk iki saate yakın sürdü. Emniyetle gemilerine ulaşana kadar takip ettik dürbünle bu zavallıları.

Yirmi birinci asırda Türk gemicisinin kaderi. Düşüncesizbiri DPA veya enspektörün sırf armatöre yalakalık olsun diye şu zavallı insanlara reva gördüğü  muamele beni çok üzdü ama elimden gelen bir şey yoktu ki. Bundan daha acı ve kahredici olanı ise denizci milletinin kaderini elinde tutan denizin d’sini bilmeyen, bürokrat denen bir alay düşüncesiz insanın denizcilik mesleğinin yıpranma payını hak etmediğini düşünüp yıpranma hakkını kaldırması değil midir?

Bu durumda 22 gün daha bekledik. Sonra küçük bir buzkıran gemisi geldi. Başarılı olamadı. İki, üç gün sonra daha büyük bir buzkıran gemisi geldi ve ikisi birlikte çalışarak bizim gibi buza sıkışan gemileri birer ikişer buzdan kurtarıp Kerch Boğazı’nı nisbeten ince buzlarla kaplı sularına götürüp bıraktılar. Gemiler kendi makinelerinin gücü ile bunların hakkından gelebilecek güçteydiler.

Biz buzdan kurtulur kurtulmaz hemen Tirebolu’ya yol verdik. Sonradan duyduk ki iki gemi ortalarından kırılıp batmış. Çok gemi yedeklenerek çekilmiş en yakın limana. Bizim yakınımızda ki S…..gemisinde isyan çıkmış. Paralarını alamayan personel kaptana saldırmış, kaptan kamarasının kapısını filan kırmışlar.

Ne demişler ‘’gemisini kurtaran kaptan’’ ama o laf çok eski zamanlarda kaldı. Ta yelken devrinde. Her yetki ve idarenin kaptanda olduğu o altın devirlerinde. Şimdiki devirde piyasayı dolduran ne olduğu belirsiz işletmelere ait ve gene kalitesiz idarecilerin elinde olan kaptanın istediği malzemeyi, kumanyayı vermeyen, yakıtı göndermeyip gemiyi yakıtsız bırakan, personel maaşlarını ödemeyip insanların çoluk çocuğunu perişan eden işletmeler var oldukça ne b..k yesin kaptan?

Gaz monarch                                                                                                           

05.03.2013                                                                                                                                                                                                                      

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.