A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Barbaros Teknecilik, Ayvansaray ve Hatıralar

05 Eylül 2022, Pazartesi 10:41
reklam yerim makale içi

Bugün uzun zamandır unuttuğumuz hatıralarımızı canlandıracak bir sohbet yaptık. Halen Tuzla Nuh Sitesi’nde faaliyetine devam eden Barbaros Teknecilik’ten değerli ustamız Mustafa Şişman ve oğlu Ertuğrul Bey ile sohbet etmek fırsatını bulduk.

Daha atölyeye girer girmez şerit makinasından çıkan ahşabın kokusu aldı bizi seneler öncesine götürdü. 1960’ların sonları, Çengelköy Çınaraltı Sahili. Türk ve Fenerbahçe bayrakları ile süslediğim üç tekerlekli bisikletim ve ben ayrılmaz bir ikiliydik.

Çınaraltı şimdiki gibi ağzına kadar tepeleme masa ve sandalyeler ile dolu değildi. Bilakis çınarın etrafı sahile kadar bomboştu. Belki birkaç balıkçı kayığı özellikle yazın balığın azaldığı dönemlerde kızağa alınarak felenkler üzerinde, yukarıda kahvenin yanına kadar getirilir kimi amatör ama daha çok ekmeğini bu işten kazanan amcalarımız sandallarının, ağlarının bakımını yapar, bende o zamanlar bana kocaman gelen bu meydanda bisikletimle turlar atarak ara sıra yanlarına gider, kendimce onlarla sohbet ederdim.

Cam kırıklarıyla zımparalamaya çalıştıkları küpeşteden sıyrılan ahşabının kokusunu ilk içime çekmem o günlere denk gelir. Camın önünde kıvrılarak bukle bukle yerlere dökülen ahşap, pürmüz ile kavlanan teknenin bordasından pul pul kopan boyanın genizleri yakan kokusu, bir yandan eski bir zeytin tenekesinde karılan macunun bezir yağı, torba torba ince üstübeç, kalın üstübeç, üstümüze başımıza bulaştırıp annemizden az azar işitmiş değilizdir.

Ama çocukken yaşanan her ne varsa insanın beynine kazınıyor olsa gerek ve gene o zamanlar mahalleyi en çok heyecanlandıran, herkesin merakla beklediği, geceleri lüfer avında şerefine rakıların tokuşturulduğu, pırıl pırıl vernikli güverteleri, usta işi tay kuyruğu gibi kürekleriyle Ayvansaray’dan arzı endam eden yeni bir sandalın limanımıza gelişidir. Aylarca muhabbeti yapılır, şöyle gidiyor böyle gidiyor, şu sıra osu çakılıyor, busu yapılıyor diye anlatılır sonunda bir balık sezonu öncesi yetiştirilir, gelir sahile yeni bir şamandıra atılır, tüm zerafeti ile o gün, o sandal ailemizin bir parçası olarak önümüze bağlanırdı.

Ayvansaray lafını ilk duyuşum böyledir. Zaman geçti biz biraz daha büyüdük, okul falan derken bir gün Muhittin Amca “Hadi” dedi “Ayvansaray’a gidiyoruz”. Hem de motorla denizden. Babam ben ve birkaç kişi daha, o gün için Çengelköy’ün en fiyakalı ve büyük teknesi Camialtı Tersanesi yapımı emektar Amca’ya doluştuk, pata pata Galata Köprüsü'nün içinden geçerken çınlayan dubalarının arasından süzülerek Ayvansaray’a bir iskeleye bağladık. Ayvansaray’ı da ilk görüşüm böyledir. Âşık olmuştum.

Ayvansaray'da bir çırağın kalfalığa geçiş töreni

 

Ayvansaray’ın bir geleneği, kendine göre bir üslubu ve kalem gibi tekneleri vardı. Zarif ama bir o kadar denizci, sağlam ama bir o kadar hafif ve kullanışlı, gelin gibi sandallar - tekneler yapılırdı.

İşte Mustafa Usta oradan, Ayvansaray’dan, atadan dededen çıraklıktan başlayarak yetişmiş bir ahşap tekne ustası ve bugün artık Tuzla’da sanatına devam ediyor.

Tabii artık şartlar çok farklı, tekneler başka, malzemeler başka, her şey bir çeşitli bir başka alem.

Anlatıyor Mustafa Usta:

80’lerin ortasında buraya taşındıktan sonra önce eskisi gibi ahşap tekneler yaptık, bir süre sonra ihracata bile başladık, Hollanda’ya 500’den fazla tekne gönderdik, zamanla bu teknelerden kalıp çıkartıp gövdesi fiber, içi ve üst binası gene ahşap iddialı tekneler yaptık. Ahşap işçilikleri ön planda teknelerdi. Zamanla Hollanda piyasası doydu. Zira teknelerimiz hala orada, hala yüzüyor. Ama iyi bakıyorlar tabii, tekneleri nasıl kullanmaları gerektiği biliyorlar, uzun süre kullanıyorlar. Piyasa orada da değişti. Artık komple fiber yapıyorlar. Biz de yeni pazarlara yöneldik. İtalya’dan Katar’a kadar teklifler veriyoruz.

Polyester Sloep

 

-Nasıl oluyor peki, nasıl buluyorlar sizi?

Sosyal medya daha çok. 20 seneden fazla oldu web sitemiz var. Reklamlar veriyoruz. Kendimiz tamamen. Buradan çok ciddi dönüşler oluyor. Hatta müşteri atlayıp geliyor. Tekne fuarlarına katılıyoruz. Ama en önemlisi; insanlar biliyorlar bizi, kulaktan kulağa duyuluyor. İnsanlar özel bir şey yapmak istedikleri zaman belli firmalara yöneliyorlar. Biz de bunlardan bir tanesiyiz. Sandal yapıyoruz, yelkenli yapıyoruz, lobster, trawler yapıyoruz. Belli formlarda fiber kalıplarımız var. İngiltere’ye de gönderdik mesela. İngiliz müşteriler hiç gelmediler bile, teknelerimizi görüp uzaktan sipariş veriyorlar. Bu güveni oluşturduk.

-Ödeme nasıl oluyor?

Bir miktar peşin alıyoruz. İmalat başlıyor, aylara bölüyoruz, her aşamanın fotoğraflarını çekip gönderiyoruz aşama aşama para geliyor. Biz de ilerliyoruz. En son tekneyi denize indirip test ediyoruz, tekrar karaya alıp son rötuşları yapıp kamyona yükleyip gönderiyoruz.

-Peki üstadım Dünya’da bu pazarın mevcut durumu nedir?

Dünyada el işçiliği çok azaldı, kalmadı, genellikle fabrikasyona dönüldü. Türkiye’nin bu anlamda önü çok açık. Avrupa el işçiliği pahalı, uzak doğu daha çok seri iş yapıyorlar, zaten onların sanatı, ustalığı bizim gibi değil…

Biz işimizi seviyoruz, herhalde Allah vergisi bir yeteneğimiz de var. Sadece biz değil etrafımızda atölyeler ustalarımız öyle güzel tekneler yapıyorlarki biz bile görüyoruz, mest oluyoruz, bakmaya doyamıyoruz.

 

 

Şimdi yeni nesil mühendislerimiz var, onlar da çok güzel tekneler yapıyorlar. Daha çok dünyaya açılmamız, yapmamız, satmamız lazım. Bunu hak ediyoruz. Gidelim, anlatalım, fuarlara katılalım, sadece orada bulunmak bile bazen hiç beklemediğin bir yerden bir fırsat yaratıyor. Tabii bunu yapan firmalarımız da var. Bu da bize gurur veriyor. Bu iş biraz gönül işi malum. Asla bitmez tükenmez, her zaman lazım. İki metre bot da lazım insanlara, 30-40 metre yat da lazım. Bu zevki, imkânı olan insanlar bunu hep yaptıracaklar.

-Türkiye’yi bu sektörde üçüncü gibi düşünebilir miyiz?

Evet, özel ahşap tekne imalatında ilk üçün içindeyiz diyebiliriz. Ahşap imalatında ustalığımız ön planda.

-Peki, mesela eskiden beri biliriz usta - çırak ilişkisi ile yetiştirilirdi yeni nesiller. Sanırım artık bu gelenek biraz bozuldu.

Evet, bozuldu. Meslek okulları var. Gidiyoruz çırak istiyoruz. Bize çırak lazım, çırağa tecrübe. Bizden ustalık belgesi istiyorlar. Usta yetiştirici belgesi. Bu belge olmadan size çırak veremeyiz diyorlar. Ustayız diyoruz buyrun işte bunca senelik tecrübe, yapılmış denize inmiş yüzlerce tekne. Hayatından memnun yüzlerce müşteri. Yok, illa belgesi diyorlar. Peki nasıl olacak diyoruz. İşte bilmem kaç ay kursa gidecekmişiz. Ben nasıl gideyim onca zaman kursa? Bana kim, neyi nasıl anlatacak? Burayı bırakamam, tekneyi biz kendimiz yapıyoruz. Biz okula gidersek iş duracak. Bırakamam ki burayı.

-Evet, hiç farkında değildim, sanırım bu duruma bir çözüm bulunması gerekiyor. Belli bir tecrübesi olan sektörde kendini kanıtlamış insanlara bu belge bir yolu bulunup bir şekilde takdim edilmesi gerekir.

Tabii. Ayrıca 15 yaşında çocuk çalıştırmak yasak. Sigortası olsa da yasak. Peki, bu durumda çırak nasıl yetişecek? Bu iş sadece masa başında olacak bir şey değil ki, gelip keseri eline alması lazım. Ustalık belgesi. Beni kim imtihan edecek? Ben 40 senedir bu işin içindeyim, beni yetiştiren ustalarımız sizlere ömür, beni kim imtihan edecek? Eskiden Ayvansaray’da ahilik geleneği vardı. Belli bir olgunluğa gelmiş bir çırağa bütün ustalar toplanır, sadece kendi ustası değil, komşular hep beraber toplanır çırağa destur verilir, çırak ustalarının elini öper kalfa seviyesine geçer yevmiyesi de ona göre artardı. Hatta bu tören Cuma günü namazdan sonra yapılır, çırak ustası ile helalleşir oranın esnafı da şahitlik ederdi. Bizim ustalarımız babam, amcalarımız hep böyle yetişmiş. 1957 senesinde kendi atölyelerini açmışlar. Biz o günden beri bu işin içindeyiz. Meslek çok zevkli. 2 metre bot da yapsan 50 metre yat da yapsan bakarken için gidiyor. Kendin yapmışsın. Hele bir de müşteri beğendiği zaman vermiş olduğu haz bambaşka.

-Peki usta biliyorum sizin patron kalıplarınız var, tekneler bunların üzerine kurulurdu. Duvarlarda asılı, hep görürüz. Şimdi nasıl bu işler?

 

Trawler

 

Plan alıyoruz. Uygun fiyatla satılan pek çok plan var artık dünyanın her yerinde.  Bu plandan hareketle biz de biraz kendimize göre uyarlıyoruz. Plandan yapıyoruz. O kalıplar hala duruyor. İsteyene gene yaparız. Ama artık çok güzel modeller var. Mühendis yapmış, hesabını çizmiş, koymuş biz de uyguluyoruz. Maliyetleri son derece uygun.

Artık her türlü malzememiz var. Tutkalından ahşabına, donanımından motoruna kadar imkanlar çok farklı artık. Ustalığını da iyi yaparsan çok güzel şeyler ortaya çıkıyor. Tabii bu malzeme milli servet. Her şeyi kararında ve doğru kullanmak şart. Şişirip geçemezsin. Biz de bir anlamda hastalık oldu artık, en ufak bir şey ters gitsin yerine oturmasın dert ediyoruz. Mutlaka doğru ve düzgün olması gerekiyor.

-Müşteri kitlesi nasıl? Ne tür insanlar geliyor?

Genelde işini kurmuş, gelecek endişesi olmayan, belli bir geliri olan insanlar geliyor, herkes kendi bütçesine, zevkine göre tekne yaptırıyor. Holding sahibi de geliyor, beyaz yakalı tabir ettiğimiz kesim de geliyor. Herkes kendi bütçesine göre ısmarlıyor. Bize daha çok ne istediğini bilen geliyor. Hava atmak için tekne isteyen adam bize pek gelmez. Denizi bilen, seven insan gelir.

Son birkaç yıldır hem web sitemizden hem de sosyal medyadan çok gelen oluyor. Tabii biz bazı modellerde seri üretim yapsakta daha çok özel üretim yaptığımız için belli bir tanınmışlığımız var, tavsiye üzerine bizi bilerek gelen çok müşterimiz oluyor. Referanslarımız, en önemli potansiyel müşteri kaynağımız.

Bizim gibi çok güzel işler yapan firmalar var ancak kendilerini tanıtamıyorlar. Bizim farkımız biraz burada. Müşteriyi anlayıp gerekli durumlarda en doğru şekilde yönlendirmeye çalışıyoruz. Müşteri iletişimi önemli. Mutlaka tekne yapıp satacağız değil, müşteriye ona en doğru çözümü önermeye çalışıyoruz. Mesela kimine ikinci el almasını tavsiye ediyoruz.

Bizim yıllardır uluslararası dergilerde, şimdilerde internette tanıtım faaliyetimiz var. O yüzden dünyanın her yerinden geliyorlar. Japonya’ya bile tekne yaptık. Müşteri bayıldı. Bize bir mektup yazmış, teşekkür etmiş, gurur duyduk. Allah utandırmasın!..

-Tasarımcılarla çalışıyor musunuz?

Evet, bazen müşteri geliyor, istediğini anlatıyor, tasarımcıyı biz buluyoruz, kimi zaman tasarımcıyı bulmuş projesiyle geliyor. Baştan fikrimizi sorarlarsa söylüyoruz ama proje hazır gelirse genelde uyguluyoruz.

-Dünya çapında tanınmış standart seri üretim yapan firmalar gibi büyümeye nasıl bakıyorsunuz?

Bu bizim işimiz değil. Biz terziyiz. Standart bir plandan bir anlamda seri yaptığımız teknelerimiz bile her müşteri için ayrı ayrı tasarlanır yapılır. Dışı benzer ama üst binası, iç tasarımı müşterinin ihtiyacına isteğine göre farklı farklıdır. Biz ahşap ustasıyız. Tekne gövdesi standart bir kalıptan çıkmış olsa bile bizde içi, ahşabı, işçiliği kişiye özel yapılır.

-Peki dışarı verdiğiniz işler, taşeron olarak kullandığınız firmalarınız var mı?

Tekne imalatı bizim işimiz ama içinin donanımı elektrik, elektronik, mekanik, motor, hidrolik, su tesisatı için çalıştığımız iyi firmalar var. Bunlar zaten bizim işimiz değil. Biz her aşamada müşteri ile mutabık kalarak ilerleriz. Yapılan bir şeyin ziyan olmaması en doğru şekilde yapılması bizim ilk önceliğimiz.

-Devletin sektöre yaklaşımı, teşvikleri, desteği anlamında ne söylenebilir?

Yıllardır burada imal ettiğimiz yüzlerce teknenin ihracatını yaptık, kdv iadelerimizi anca alabilmişizdir. Beş kuruş kredi kullanmadık. Bir aralar birtakım teşvikler için niyetlendik ama o evrak, bu makbuz derken yıldık bıraktık. Kendi ayaklarımız üzerinde duruyoruz. Ama sanırım şimdilerde özellikle fuar katılımları için bir destek veriliyor. Değerlendirmek iyi olabilir. Devlet firmaya baksın, mazisini, yaptığı işleri değerlendirsin, hak edene uygun şartlarda kredi kullandırsın. Bu elbette sektöre fayda sağlayacaktır. Biz tekne imalatımızla uğraşıyoruz, bu tür işlere ayıracak vaktimiz hiç olmadı. Bunlar biraz da kadro meselesi.

 

Sandal

 

-Krizler sizi nasıl etkiliyor?

Bu ülkenin üretmeye ihtiyacı var. Her şeyden önce krizler bizi çok üzüyor. Bizim işimiz var veya yok, bu çok önemli değil. Seksen beş milyon insanın işinin, aşının olması lazım. Dünyada 2008 krizi ve sonrasında işlerimiz etkilenmişti. Altının alamayacağı şey var mı? Ama gün gelir altın versen dahi patates bile alamayacağın zamanlar olur. Bunun için çalışmak lazım.

Biz çok büyük paralar kazanmadık belki ama geçimimizi sağladık, pek çok aile buradan ekmeğini yedi. Bu tezgâhın çalışması lazım. Şimdi çok özel, çok güzel tekneler yapan firmalarımız var. Belli bir plan dahilinde, yer mi lazım, para mı lazım, bilgi mi lazım destek ol, adam büyüsün, yapsın, satsın, biz bundan sadece gurur duyarız, ülkemiz kazansın…

-Peki usta var mı son eklemek istediğiniz bir husus?

Var. Ben insanımıza güveniyorum. Çok örneği var. Devletimiz yanımızda olsun, adam kayırmadan, kimseyi ayırmadan, yapana, üretene, hak edene destek olsun ekonomide dünyayı deviririz…

Ayvansaray diye başladık gördüğünüz gibi nerelere geldik…

Bilmiyorum özetlemeye gerek var mı? Herşey yeterince net ve açık.

Sağ olun, denizle olun!..

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.