A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

DEPREM, BİZ VE DENİZDE DEPREM

27 Ocak 2020, Pazartesi 12:22
reklam yerim makale içi

1999 depremi kadar ibret alınabilecek büyük bir tabii olay var mı? Daha ne olsun ki ibret alalım? 21 yıl geçti o büyük depremin üzerinden. O tarihte 30 yıl içinde İstanbul’da deprem olma olasılığı % 90 diyenler vardı. Yani hazırlanma süresi 30 yıl idi. 10 yıl içinde hazırlanmak gerekirdi. 21 yıl geçti.

Geçenlerde İstanbul’da ardarda bir seri deprem oldu. İnsanlar panikte. Paniğe kapılmaları da gayet normal. Çünkü oturdukları binalara güvenmiyorlar. İstanbul’da binaların yıkılması için bir depreme ihtiyaç yok. Kendiliğinden yıkılan binalar hafızalarımızda. Olan depremler ise ikaz niteliğinde. Büyük deprem bütün nezaketi ile “geliyorum, hazırlanın” diyor. Diyor da anlayan var mı?

Şimdi de Elazığ depremi ikaz etti. Geniş bir coğrafyayı etkiledi. Üstelik sadece 6.8 büyüklüğünde. 7 büyüklüğünde bile değil. İstanbul’da beklenen 7.4 büyüklüğünde bir deprem. Elazığ depremi önceki ikaz depremleri kadar nazik değil. Bu kez can aldı. Bu yazıyı hazırlarken kaybettiğimiz 35 can vardı. Belki daha da artacak. Çünkü bir o kadar da durumu ağır olanlar var.

Her şeyi devletten bekleyen bir milletiz. Devletten medet ummadığımız noktada da işi Allah’a emanet ediyoruz. Bu depremler aslında Allah’ın bir ikazı değil mi? Bunu bir hikaye ile perçinleyelim.

Bir köye sel geleceği, herkesin yüksek bölgelere gitmesi gerektiği anons edilmiş. Bizim köylü Şakir kılını bile kımıldatmamış. Evde soba başında çay içmeye devam etmiş. Sel gelmiş. Şakir üst kata çıkmak zorunda kalmış. Katın balkonuna bir lastik bot yanaşmış, bottaki kurtarma ekibinden biri “Bota bin” demiş. “Su daha da yükselecek”. Şakir dinlememiş ve “Ben Allah’a güveniyorum. O beni korur” demiş. Bot gitmiş. Su yükselmiş, Şakir çatıya çıkmış. Bir helikopter gelmiş onu almak için. Şakir yardım teklifini yine aynı gerekçeyle reddetmiş. “Ben Allah’a güveniyorum. O beni korur”. Su daha da yükselmiş. Şakir çatıdaki bacanın üzerine tünemiş ve nihayet su Şakir’i alıp götürmüş. Şakir ölmüş. Ahrette huzura çıkmış. “Ben Allah’a güvendim, o beni korur dedim ama korumadı. Bu nasıl iş yahu” demiş. Bir gürleme sesi duyulmuş. Meleklerden biri Allah adına huzura gelmiş. “Sen ne diyorsun?” demiş. Şakir “Korumadı işte. Ben ona güvendim, taptım, inandım, ama öldüm” demiş. Melek kızmış. Gürlemeye yakın bir sesle cevap vermiş. “Allah seni daha nasıl korusun? Önce anons yaptı, kılını bile kıpırdatmadın. Sonra sana bot gönderdi. Reddettin. Sonra helikopter gönderdi. Ona da binmedin. Ölürsün tabii. Allah’ın senin gibi salaktan başka işi yok mu?” demiş ve “Gönderin bu inançsızı cehenneme!” diyerek noktayı koymuş.

Sen İstanbul’da bile bile iskansız evi satın alırsan, mühendislik hizmeti görmemiş kaçak inşaat niteliğindeki binayı sırf ucuz diye satın alırsan, bir ev alırken fiyatı ve gösterişi ön planda ise, bir bilene bu apartman yasal mı, sağlam mı diye sormaz isen, depremde mefta olman hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Her şeyi devlet mi yapacak? Biraz da vatandaş kendisi yapacak. Evine güvenmiyorsa kontrol ettirecek ve gerekiyorsa güçlendirecek. Güçlendirme işe yaramıyorsa, kentsel dönüşüm ile yenisini yaptıracak. Alan kaybetmeyi göze alacak. Ama bunu yaparken doğru düzgün sözleşme yapacak. Teminat alacak. Yoksa inşaat başlamadan müteahhit kaçabilir. Vatandaş da evsiz kalabilir. Değil mi?

Kentsel dönüşüme girerken kim baktı bu işlere? Benim bildiğim kimse yok. Hemen herkes rant peşinde koştu.

Devletten önce vatandaşın kendisi, önce kendisinin ve ailesinin canını düşünmek zorunda. Devlet sonra düşünmeli. Peki devlet düşünüyor mu? Düşünüyor tabii. Projeler yapılıyor. Ama bu projeler bir türlü uygulamaya giremiyor ne hikmetse. Kentsel dönüşüm için kanun çıkarılıyor, ama yapılan binalar kontrol edilmiyor. Kontrol için yapı denetim şirketleri peydahlıyor, ama bu sefer de o şirketler kazanç peşinde koşuyor ve onlar da görevlerini hakkıyla yapmıyor. Bir mühendis arkadaş şunu söyledi bana. “Kentsel dönüşüm ile yapılan binaların en az yarısı 7.4 lük depremde yıkılacak.” Buyrun! Buradan yakın!

Devlet imar barışı kanunu çıkarıyor. Kanun ve nizam tanımaz rantçılara prim veriyor. Dürüst vatandaşlar isyanda. Üstelik bu kaçak binaları affederken, bunların depreme dayanıklı olup olmadığını kontrol etmiyor. Buyrun! Buradan da yakın! Yıkım işini belediyelere veriyor. Belediyeler oy için yıkım yapmıyor. Yıkmaya karar verdiklerinde, yıkım kararı çıkan, yapı kayıt belgeleri iptal edilmiş binaların sahipleri mahkemeye gidiyor, mahkeme tedbir kararı veriyor, belediye yıkım kararını uygulayamıyor? Yapı kayıt belgesi iptal edilmiş bir bina için hangi hakim hangi yetkiyle tedbir kararı alabilir? Alıyor işte. Savcıya TCK 184 üncü maddesi gereği ihbarda bulunuyorsunuz, elektrik bağlandı diyorsunuz, kaçak inşaat var diyorsunuz. Savcı takipsizlik kararı veriyor. Bu takipsizlik kararı nasıl veriliyor? Ben bilmiyorum. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bunu bilmiyor mu? Biliyor ama o hakime de, savcıya da bir şey yapmıyor.

Kısacası savcısı, hakimi, belediyesi, bakanlığı sukut etmiş durumda. Mühendis, mimar işini yapmaz ise, savcı, hakim işini yapmaz ise, belediye işini yapmaz ise, bunlar olmaz ise, Devletin varlığından söz edilebilir mi? Vatandaş tabii olarak dilediğini yapar. Kanun tanımaz, mevzuat tanımaz, otorite tanımaz. Çünkü otorite yoktur.

“DEPREM ÖLDÜRMEZ. BİNA ÖLDÜRÜR.” Bu laf binlerce kez değil, milyonlarca kez söylendi. Anlayana sivrisinek saz. Anlamayana davul zurna az. Bizim toplumumuz davul zurna ile de anlamıyor. Nasihatla anlamıyor. Azarlamayla anlamıyor. Dayak yiyor, yine anlamıyor.

Ama bazıları da anlıyor, elinden bir şey gelmiyor. Çünkü fukara. Maddi imkanı yok. Asgari ücretle 4 nüfus doyuyor. Bunlara sıfır faizli kredi de versen ne evini güçlendirebilir, ne yeni ev yapabilir, ne de yeni ev alabilir. Fukaralığın gözü kör olsun. İşte bunlara devlet el atmalı. Devletin görevi esasen burada başlıyor. Toki bu yüzden var ve gerçekten de iyi işler yaptı. Köylerdeki kerpiç evlerde bu fukaralığın eseri. O kadar zayıf yapılar ki, sert rüzgarda bile yıkılabilir. Yıkılmaları için depreme ihtiyaç yok. Tıpkı deprem olmadan kendiliğinden yıkılan İstanbul’un gösterişli apartmanları gibi. Devletin bu köylere de el atması lazım.

Şimdi ben bu yazıyı yazdım ya! Birileri okur ve belki birşeyler düzelir sanmayın. Bizim insanımız ne kadar vurdumduymaz ise, Devleti oluşturan da bizim insanımız olduğundan, Devlet de bize benziyor. Devlet de vurdumduymaz. İşte ne geliyorsa bundan geliyor başımıza. Vatandaş ve Devleti bir bütündür. İkisi de kaliteli olmak zorunda. Buna toplam kalite diyebiliriz. İşte kurtuluşumuz bu. Vatandaş kaliteli olacak ki, devlet kaliteli olsun. Vatandaş elinden geleni yapacak, sonra Devletten vatandaşlık haklarını talep edecek. Vatandaş elinden geleni yaptıktan sonra, Devletin vatandaşın isteğini yerine getirmek zorunlu görevi olur.

Depremin denizdeki etkisi nedir? Biraz da buna bakalım.

Annem rasathane gibidir. Ben denizde iken telefon çalar, “deprem oldu, iyimisiniz?” diye sorar. “Anne, denizde depremi hissetmiyoruz. Her dalga bizim için deprem gibi, sallanıyoruz, sullanıyoruz. Alıştık biz sallanmaya” desek te, annem “Aman dikkatli olun oğlum!” diyerek bize denizde depremden nasıl korunacağımızı anlatır hep. Anneme denizde depremden etkilenmediğimizi on yıllardır anlatamadım ve herhalde bundan sonra da anlatamayacağım. Yani pes ettim. Allah onun ömrünü uzatsın, başımızdan eksik etmesin.

Denizde tekne içindeyseniz Deprem sizi hakikaten etkilemez mi? Yani benim anneme söylediğim hakikaten doğru mu? Genel olarak doğru. Ama istisnaları yok değil.

Kıçtan kara bir noktada bağlısınız. Bağlı olduğunuz kara parçası dik yamaçlı bir kayalık. Deprem oldu. Yamaç temesinden bir kaya koptu. Hoplaya zıplaya geldi ve teknenizin üzerine düştü. Tekne gulu gulu kaynar ve batar.

Yüzer puntonlu marinada bağlısınız. Yeterli büyüklükte tusunami dalgası geldi. Dalga gelmeden önce deniz çekilir. Tekne diğer teknelerle birlikte dibe oturur. Komşu tekneler ile çatışır. Çatlayabilir veya kırılabilir. Sonra dalga gelir. Yüzer puntonlar yeterince yükselemez. Palamarlar kopar. Tekneniz çatlamış veya kırılmışsa anında batar ve dalgayla sürüklenir. Tekneniz dibe otururken hasar görmemişse, Palamarlardan sonra tonoz kopmamışsa diğer teknelerle çarpışır ve hasar görür veya batar. Tonoz da koptuysa ve tekneniz hala sağlamsa, karanın durumuna göre kilometrelerce derinlikte karaya sürüklenir. Ondan sonrasını da siz tahmin edin. Marina sabit iskeleyse. O zaman tekneniz dipe otururken bile palamarlar kopabilir. Gerisi aynı senaryo.

 

Açık denizde seyir halindesiniz ve deniz dibindeki fay altınızda değil. Hiçbirşey hissetmezsiniz. Büyük tusunami dalgalarını bile hissetmeyebilirsiniz. Hele tekneniz mesela 10 mt boyundaysa ve siz kabinde uyuyorsanız asla bir şey hissetmezsiniz. Birileri telsizden tusunami anonsu yaparsa, o büyük dalgayı o zaman görürsünüz. Tepesine nasıl çıktığınızı, dalganın dibine nasıl indiğinizi hayretle görürsünüz. Ama, kırılan fay tam altınızdaysa, büyük bir girdap ile ne olduğunu anlamadan denizin dibine inmeniz işten bile değil. Bu duruma deniz altındaki yanardağlar da sebep olabilir. Prof. Övgün Ahmet Ercan’ın bulduğu Küldür Yanardağı buna örnektir. Ve hala haritalarımızda işaretli değil. Bu yanardağa daha sonra ki yazılarımda değinebilirim.

Marinadasınız, kıyıya yakın bir yerde alargadasınız veya bir koyda kıçtan karasınız. Tusunami anonsunu aldınız. Yeterince vaktiniz varsa teknenizle birlikte en süratli şekilde açık denize çıkın. Yeterince açık denize çıkamazsanız dalgaların yarattığı akıntı ile karaya sürüklenebilirsiniz. Ama yeterince açıktaysanız veya çok açılamadınız ama motorunuz akıntıyı yenebiliyorsa selamettesiniz demektir. Tusunamiden kaçmak için yeterli vaktiniz yoksa, karada en yüksek yer sizin için en iyi yerdir.

Bütün bunları yazdıktan sonra bir hususu açıklamak lazım. Bu olumsuz durumların denizde vaki olma ihtimali yüzde bir ve hatta binde bir ihtimaldir. Özellikle bizim denizlerimizde bu oranlar caridir. Denizde depremden etkilenme ihtimali bu kadar düşüktür ve her hal ve şartta deniz deprem için en emin alandır. Bizim denizlerimiz için en büyük tehlike, Girit adasının güneyinden geçen Afrika-Anadolu plakasının kırılmasıdır. Bu takdirde deprem 8 veya daha büyük olacaktır ve Tusunami bütün Ege’yi ve Akdeniz’in büyük bölümünü vuracaktır. Çoğu Ege Adası haritadan silinecektir. Knidos uygarlığının böyle sonlandığı teorileri vardır. Bir de Santorini yanardağı var. Yine hareketlenmeye başladı. Patladığında tam bir felaket olacağı kesin.

Yine de deniz deprem sırasında en emniyetli yer.

Elazığ’da ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. Ayrıca halkımızın bir daha büyük depremlerde can kaybetmeyeceğimiz sağlam yapılarda ikamet etmesini diliyorum.