A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

S/S MANİSA ŞİLEBİNDEKİ GÜNLERİM

01 Temmuz 2018, Pazar 16:59
reklam yerim makale içi
           Yıllar geçse de hatırası hala ilk günkü gibi canlı kalan sevgili gemim S/S MANİSA ile ilgili bir anımı paylaşmak istedim.
 
S/S  MANİSA ŞİLEBİNDEKİ GÜNLERİM
 



            Filonun en gözde gemilerinden biriydi. Diger üç kardeşi ile birlikte 18 Mart 1948’de filoya katıldıklarında yani sarıbacaya katıldıklarında henüz 3/4 yaşlarında mini mini birer yavru Wictoria, bizim gemicilerin  tabiri ile Viktoryaydılar.
 
            Yıllarca Amerika ve Türkiye limanları arasında gidip geldiler. Onların filoya katıldıkları yıllarda ben daha beş yaşında bir çocuktum. Sonra bu dört kardeşten Aydın, Yozgat, Manisa, Çoruh dörtlüsünden Aydın 14 Şubat 1958 tarihinde Anwers’ten Bremen’e gitmek üzere hareket etti ve akşam saatlerinde Schelde Nehri’nin Bat Carner mevkinde Fransız yolcu gemisi CHARLES TELLİER’in iskele bordasından bindirmesi ile ağır yaralandı. Tedavi fayda etmedi. Doktorlar kurtaramadı o koca devi ve 16 Şubat 1958 tarihinde akşam  saatlerinde Kaptan Ziya Tansev, namı diğer Kürt Ziya’nın kollarında rahmet-i rahmana kavuşup gemi cennetine gitti o koca AYDIN.
 
            Ey Kâri, bu satırları okuyunca bana sakın gülme. Şunu unutma ki gemilerde canlıdır. Doğar, büyür, yaşar, sever, sevilir, hastalanır, ihtiyar olurlar. Hastalanınca tedavi edilirler, kimi tedaviye cevap verir, iyileşir ömrü uzar. Ama akibet aynı insanlarda olduğu gibi gün gelir Azrail onlarında kapısını çalar. Bazı gemiler şanslıdır. Azrailde yardım ederde insaflı davranırsa acı çekmeden, uzuvları parçalanmadan batıp, bilhassa derin sularda batıp acı çekmeden terki hayat  ederler. 21/05/1970 Kurban bayramının birinci günü Biscay Körfezi’nde kurban olan Kaptan Burhanettin Işın nam-ı diğer Ölü Burhan’ın kumandasında ki Amasya Şilebi gibi dalgalara gark olup ebediyete kadar uyuyacağı sessiz ve asude mezarlarına gömülürler.
 
            Ama Azrail çoğu zaman, çoğu zaman değilde her zaman acımasız ve zalimdir. Yalnız burada şunu da belirteyim ki gemilerin azraili insanların betimlediği eli oraklı, kuru kafalı adam değil genelde burma bıyıklı, zır cahil, elifi görse mertek sanan, dünya nimetlerinden bihaber yaşamı sırf para olarak algılayan, manevi değerlerden yoksun, gemilerin hastalıklarından istifade eden, para kazanan, o muazzez ölülerin cesetlerinden para kazanan ,nemalanan, beslenen, acımasız, gemi katili, ruhsuz, suratlarında ruhu rabbaniden iz bulunmayan bozmacı veya hurdacı tesmiye edilen bir takım herifi naşeriftirlerdir ki şerlerinden Allah cümle sefaini halas eylesin.
 
                                  
            1969 yılının mart ayında senelik izin dönüşü, çok arkadaşın gitmek istemediği Amerika hattının gözdesi S/S Manisa’ya gönderdi beni, ordino katibi Kör Özcan. Ordinomu cebime koyup Salıpazarı rıhtımına sancaktan aborda karakoçuma gittim. Zamanın bu dev Wictory’sinde çalışmak bir ayrıcalıktı benim için. İskele tavasına adım atıp çıktım güverteye. Lumbar ağzı nöbetçisine selam verdim ve reisi sordum. İlk defa orada tanıdım Berber Niyazi reisi, allahın gani rahmeti üzerine olsun, ‘’Hoş geldun torun’’ dedi koca Rizeli ‘’Ha şindük eve git, çantayı al sabaha buraya ol, akşama kalkayruk’’ dedi.
 
            Ertesi akşam Amerika’ya müteveccihen hareket ettik. Güzel günlerdi gemi adeta  bir su yılanı gibi süzülüp sessizce yutuyordu milleri. Türbin makine kendine özgü  sessiz tıslamalarla çalışıyor bizlerde karakoçumuzun bakımını yapıyor dümenini tutup boyalarını tazeliyor temizliğini yapıyorduk.
 
            Beybaba her sefer değişiyordu. İlk seferimde beybaba Yusuf Yelkenkaya’ydı. İkinci seferimde Arap Tuğrul geldi. Turgut Ayel. Üçüncü ve son seferimde Kemal Kansız Kaptan geldi beybaba olarak. Değişmez ikincimiz makam-ı cennet olası Cannberra  Kamil Kaptan, Kamil Atay.
 
             Üç sefer yaptım Manisa ile. Can arkadaşlarım vardı. En genç gemici, pardon usta gemici bendim.
 
             Beni sever kollarlardı. Bizlerde kıdem sırasına dikkat eder büyüklerin yanında lafa bile girmezdik.
 
            Hayat-ı bahriyemi doldurup kaptan imtihanlarına girebilmek için telsiz zabitliğinden feragat edip gemicilik yapıyordum. Buda personelden saygı görmeme sebep olduğu gibi zabitler arasında da bir ayrıcalık sağlıyordu.
 
             Bütün arkadaşlarım gemicilik konusunda öğretmek için yaradılmışlarcasına her şeyi öğretiyor, zabitlerim sorduğum her soruyu defaten anlatıp tekrar ettirerek en radikal şekilde öğretmeye çalışıyorlardı.
 
          Rahmetli ikincimiz Canberra Kamil Kaptan, üçüncü kaptanımız Orhan Çelik Kaptan, dördüncü kaptanımız Fevzi Alpaslan navigasyon konusunda, reisimiz Berber Niyazi Reis, gemici arkadaşlarım Fenerci Katırcı Ali, Serdümen Sefer Dayı, Deve Dudak Davut, Şileli İsmail, Hatan Arı, Anbarcı İstakoz Besim Dayı hepsi beni S/S Manise gemicilik akademisinden mezun etmek için uğraşıyorlardı.
 
            ‘’Ula uşağum, haçan yarın kaptan olanda bizleru beğenmezsün ha’’derlerdi, gülüşürdük.
 
            Makineciler bu çorbada bizim de tuzumuz bulunsun diyerek makine bilgisini zorla öğretirlerdi. Tornacı Vasken Usta, Mağazacı Kakalak Necmi ağabey bir numaralı tornacı yapıp çıkardılar beni. Türbin makineyi ise resmen yutturdular. O zamanlar yahu makineden bana ne der kızardım gizliden gizliye ama kaptan imtihanlarında makine suallerinde türbin soruları gelince tam puan aldım. O zamanlar bir muavenet koruma, kollama, sahiplenme vardı. Ve de bizler elhak deniz ticaret filosunun itibarlı personellerinden idik. Önce sarı bacada çalışıyorduk ahiren S/S Manisa’nın denizcileriydik.
 
            Kanada’dan ta New-Orleans’a kadar muhtelif limanlara uğrar akabinde Türkiye’ye dönerdik. Geceleri dışarı çıkmazdım limanlarda. Gönüllü lumbar ağzı nöbeti tutar ders çalışırdım. Kaptanlığın ilk basamağı için Kıyı Kaptanlığı sınavlarına hazırlanıyordum.
 
            69 yılının Aralık ayı ortalarında Kanada’nın Quebec Limanı’ndan New-orleans’a doğru yola çıktık. Kalkıştan epey sonra bende bir karın ağrısı başladı. Bir gün dümen başında fenalaştım. Kendimi kaybetmişim. Kamarama taşıyıp yatırmışlar.
 
            Gemide sağlık memuru vardı. Dr. derdik. Havadandır, soğuk almışsındır deyip habire soğuk algınlığı ilaçları veriyordu. Sonra kuzinede ısıttığı tuğlaları koymaya başladı karnıma. Karnım davul derisi gibi gerildi, el vurulmaz hale geldi. Doktorumuz hala soğuk algınlığı derken dalıp dalıp gitmeye başladım. Peritonit başlamış ama anlayan beri gelsin.
 
            Beybaba Kemal Kansız sahille irtibat kurmuş, tanılar apandisit  krizini işaret ediyor acil cerrahi müdahale lazım, gecikilmesi ölüme götürür denilince acil sıhhi yardım talep etmiş ve gemi Bermuda adasına tebdili rota etmiş.
 
            Üstümü giydirip bir iki parça eşyamı bir çanta ile ayak ucuma bağlayıp beni yatırdıkları bir sedye ile bordamıza yanaşan askeri bir bota indirdiklerini hatırlıyorum hayal meyal.
Gözlerimi Bermuda Adasının King Edwart Memorial Hastanesi’nin bir odasında açtım. Apandisitim alınmış, peritonit tehlikesi bertaraf edilmişti. Öldürmeyen Allah öldürmüyordu işte.
 
            1969-1970 yılbaşını bir hastane odasında kutladıktan sonra Bermuda adasından New York’a geldim. Seamen House'ta bir iki gün misafirliği müteakip New York’tan tayyare ile İstanbul’a döndüm.
 
             Yaram devamlı akıyordu. Dren vardı, ameliyat yarası bayağı büyük ve derindi, epey bir istirahat verdi doktor.
 
            Sonra Manisa döndü. Haydarpaşa’ya yanaşırken spring halatlarını ben aldım. Gemiye çıkıp arkadaşlarla hasret giderdim; beybabaya, zabitlerime teşekkür ettim.
 
            Bu benim Manisa’ya son ayak basışım oldu.
 
            1970 yılının sonlarında sarı bacadan ayrılıp Almanya’ya gidip Rhein Nehri’nde çalışmaya başladım kanal gemilerinde.
 
           1976 yılının yaz sonlarıydı. İstanbul’a izinli gelmiştim. Bir gün arabayla Unkapanı Köprüsü’nden geçerken tam köprü başında gördüm Manisa’yı. Şişhane istikametine gidiyordum. Trafik sıkışıktı. Duramadım, devam ettim, Çeşme Meydanında ki otoparka zor attım kendimi. Arabayı bırakıp köprüyü koşa koşa gerisin geri geçtim
 
            Kıçtan kara etmişlerdi benim karakoçumu, baştan tek demirde yatıyordu. İskele bordasına 2 derece kadar meyilliydi. Martı pislikleri bütün üst yapıyı, güverteleri, bumbaları, vinçleri bembeyaz bir tabaka ile kaplamışlardı.,
 
            Basmaya kıyamadığımız güverteleri bin bir çeşit enkaz ve pislikle doluydu, terkedilmişti, ıssızdı, yalnızdı, unutulmuştu. Hasta yatağında mukadder sonunu bekliyordu acı içinde. Bumbaları yarı açık anbar kapakları üzerine uzatılmıştı. Arması bozulmuş, ablileri yüzlerce yerden kopmuş, tarazlanmış, çözülmüş, telleri pas içinde, lumbuzları pislikten kapkara hastalığının son demlerini yaşıyordu. Kanser bütün vücudunu sarmış, tedavisi gayri kabil hastalığının o da farkındaydı. Kurtuluşunun ölüm olduğunu biliyor biran evvel gerçekleşerek bu acıya, bu ızdıraba bir son vermesini diliyordu.
 
            Beni gördü birden, tanıdı tabi. Gözleri ışıldadı. Hemen doğruldu, bacasından ince bir duman tütmeye başladı, bütün arma canlandı, bumbalar yarım aylara oturdu, güverte sihirli bir el değmişcesine pırıl pırıl oldu. Radar anteni dönmeye başladı.
 
            Sonra güverteye açılan kaportalardan başta Berber Niyazi Reis olmak üzere bütün arkadaşlarım Deve Dudak Davut, Şileli İsmail, anbarcı İstakoz Besim Dayı, Fenerci Katırcı Ali, Cav cav Ali, Andırınlı Ahmet Avan, Hatan Arı güverteye çıktılar, gülerek el salladılar.
 
            Köprünün iskele kırlangıcında beybaba Yusuf Yelkenkaya belirdi bütün haşmeti ile. Arkasında kıdem sırası ile ikincisi Canberra Kamil Kaptan, Üçüncü Orhan Çelik, dördüncü Fevzi Alpaslan kaptanlar. Bir ıslık sesi ile irkildim, baktım kıçüstünden  Kakalak Necmi ağabey ile yar-ı vefakarı tornacı Vasken usta gülerek el sallıyorlar. Sonra kıç kaportasından devasa bir göbek çıktı. Ardından göbeğin sahibi Aşçıbaşı Hüseyin usta, üstünde beyaz önlüğü, elinde kepçesi.
 
            Bir el dokundu omzuma, gayri ihtiyari irkilip ürperdim, döndüm, tahmini 65/70 yaşlarında iyi giyimli nur yüzlü haza efendi bir ihtiyar bir beyefendi
            Hayrola beyefendi oğlum neden ağlıyorsun,dedi.
 
            O zaman hissettim gözlerimden akan yaşları ve hıçkırarak ağladığımı.
 
            Yok bir şey efendim dedim. Evimi, ocağımı söndürdü kahrolası bozmacılar
            Anlayamadım efendim dedi.
 
            O zaman hasta yatağında yatan, komadaki gemimi gösterdim. Gene eski halini almış gemimi. Yalnız, ıssız, terk edilmiş, dört gözle ölümü bekleyen gemimi.
 
            Başını salladı, sessizce uzaklaştı. Hiçbir şey anlamadığını anladım. Anlayamazdı zaten. O ve onun gibiler sadece zahiri görürler. Eğer kalp gözü ile, bir denizci gözü ile, bir Kaptan gözü ile görebilseler, görseler bir tek gemi bozabilirmi şu küre-i arzda kahrolası bozmacılar.