A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

BERDUŞLAR

15 Ocak 2019, Salı 13:54
reklam yerim makale içi

 

 

               

         Bundan 50-60 yıl evvel 50’li yılların sonlarında memleketin kazalarını bırakın vilayetlerine bile giden doğru dürüst ne havayolu vardı ne de karayolu ve ne de mevcut karayollarında işleyecek doğru dürüst tayyare misali otobüsler hayal dahi edilemezdi. Hava yolu ise emekleme aşamasındaydı. Ankara, İzmir gibi ana merkezlere Yeşilköy Hava Limanı’ndan muntazam seferler yapıldığını biliyorum. Sadece o kadar. Bu konuda bütün bildiğim bu. Başka hava alanları var mıydı, o hava limanlarına da sefer yapılıyor muydu bilmiyorum. Zaten o yıllarda tayyareye binmek bir ayrıcalıktı. Bütün taşıma işlemleri demir ve deniz yollarına inhisar ediyordu.

         Türkiye sahillerinin her yerine muntazam seferler yapan gemilerimiz vardı. Bunların yanaşacağı iskele, barınabilecekleri bir liman yoktu çok yerde. Ama insan, eşya, hayvan, mal velhasıl akla gelen her türlü mal gemi ile taşınırdı.

Bunların kalkış yeri İstanbul olup hemen hemen haftanın her günü sefere çıkan veya seferden gelen gemiler olur bunlar Karaköy rıhtımına aborda, Sirkeci rıhtımına kıçtan kara olurlardı. Şimdi yerinde yeller esen  Reşadiye Caddesin’de mukim eski işletme binasının deniz cephesindeki dar rıhtımda merbut babalara baştan çift demir atarak kıçtan da çapraz volta atarak bağlardık gemiyi.

         Borda iskele tavası ile geminin kıç tarafı arasına varagele kurulur     personel  ve gemiye gelen eşhas bu yolla gemiye girer ve çıkardı. Bu yolla ufak parça ve sandık, bavul, küfe misali eşyay-ı tüccariyenin tahliyesi bile yapılırdı. Ağır parçaların beş altı tanesini stimli bir römorkörün çektiği ahşap mavnalar grubu gemi bordasına bağlanır ve bu yolla gemi vinçlerinin yardımı ile tahmil veya tahliye ameliyesi devam eder, vinç operatörünün yardımı ve uzmanlaşmış personelin de yardımı ile yüklenilecek mallar gideceği limanın önceliğine göre sepere edilirdi. Zor ve zahmetli bir işti. Ancak günün şartları bunu gerektiriyordu. Herhangi bir parça hilafsız defaten elden ele geçer, elleçlenirdi.

          Karaköy rıhtımı genelde Avrupa’ya giden gemilere tahsis edilmişti. Dahili hat gemileri Sirkeci rıhtımını kullanır eğer boş yer varsa zaman zaman Karaköy/Tophane rıhtımına aborda olurlardı.

         Ayvalık, Gemlik, Uludağ, Bandırma, Etrüsk, Kadeş, Tırhan, Sus, Marakaz gemileri ise devamlı Karaköy rıhtımından yolcu alır, tahmil ve tahliyede bulunurlardı. Bu sebebe mebni bu rıhtımlar genelde günün yirmi dört saati arı kovanı misali uğuldardı resmen.

          Bu rıhtımların birde meccani çalışan müdavimleri vardı: Berduşlar

           Berduş dediğimiz bu insanlar namusu mücessem, feleğin gadrine uğramış, kimi kimsesi olmayan gayet efendi, saygılı , hürmetkar, emniyetli kişilerdi. Sadece ikisinin siması bu dün gibi aklımda. Ali Osman ve Erdoğan.

          Ayvalık gemisinde kumanyalıkta çalışıyordum. Kumanyacımız rahmetli Kâmil ağabeydi. Günlük Marmara içi seferler yapardık. İstanbul-Bandırma, İstanbul-İmralı Adası, Mudanya-Gemlik iki haftada bir de Çanakkale –İmroz. Bir gece Çanakkale’de kalır devrisi gün akşam dönerdik İstanbul’a. Birde Marmara Adası-Avşa-Erdek seferi vardı.


          Ayvalık-Gemlik, Sus-Marakaz, Uludağ-Bandırma kardeş gemileri bu seferleri muntazaman ifa ederler, yüzlerce yolcu, yüzlerce ton yük bu minicik dünya tatlısı gemilerin ufacık anbar ve güvertelerinde taşınıp dururdu.

           Sabah 08.30 – 09.00 saatleri arasında haraket edecek gemiler hareket flamasını toka ederler ve saatleri geldi mi sessizce avara ederlerdi. Akşam saatlerinde bunun tersi olur, seferini bitiren gemi gelir, rıhtımda kendisine ayrılan yere aborda olur ve günlük mesaisini tamamlamış olurdu. Yolcular gemiyi terk eder, izinli vardiya evlerine gider, nöbetci vardiya gemide kalır, salon görevlisi kamarotlar temizlik işine başlarlarken berduş tesmiye ettiğimiz bu kişiler devreye girerlerdi. Hemen paspaslara sarılırlar, bütün salonları süpürür, pas pas ederler, bulaşıkları yıkarlar, bardakları dizerler velhasıl sabaha sefer alacak gemiyi pırıl pırıl ederler sonra salonda ki kanepeler de geceyi geçirirlerdi. Daha önce aşçıbaşının veya kamarotların ayırdığı yemeklerini yerler,tabaklarını yıkarlardı. Eğer kaptan, kamara memuru, baş kamarot veya gemi zabitlerinin veya görevli bir memurun ısmarladığı bir sebze veya meyve sepeti, zeytin, peynir, zeytinyağı, et gibi bir mevadı hamil paketi de varsa ait olduğu adrese götürüp teslim ederlerdi.

          Bu gibi hizmetleri karşılığı yol masrafı haricinde cüzi bir miktar bahşiş verilir ve eğer verilmezse bile tek kelime etmezlerdi. Onlara hiçbir ücret ödenmez sadece yemek verilir ve geceyi sıcacık salonlarda geçirmelerine müsaade edilirdi.

            Çoğu kez iskele başında vardiya bile tutardı bu eşhas.

            Günün birinde hangi aklıevvel bürokratın aklına estiyse bu kimselerin gemilere girmeleri engellendi. Daha da doğrusu engellenmek istendi ama engellenemedi. Kimseye zararı olmayan daha da doğrusu zarardan çok fayda ika eden bu kişilerin rıhtımlara da girmeleri engellenmeye çalışıldı.

           Sonra bir sabah acayip bir durumla karşılaştık. Belki de böyle zarif ve eşsiz bir protesto dünya denizcilik camiasında vuku bulmamıştır.

         Ayvalık gemisi ile İmralı Adası tariki ile Mudanya’ya gidecektik. Üç no’da aborda olmuş hareket saatimizi bekliyorduk. Arkamızda dört no’da Çanakkale postasını ifa edecek Gemlik önümüzde iki no’da ise Bandırma seferini yapmaya hazırlanan rahmetli Fundacı Sabri Kaptan’ın kumandasındaki Uludağ gemisi vardı. Bandırma postası saat 08.30’da hareket edecekti. Biz ve Gemlik gemisi saat 09.00 hareket edecektik. Saat 08.00 sularında acayip bir koşuşturma başladı. İskele başında rahmetli Erdekli Halit ağabeyin yanında vakit geçiriyordum. S/S Uludağ’da normal olmayan bir hareketlenme, koşuşturma vardı ama rüknüne varamıyorduk. Yolcu alınmış, hareket flaması toka, halatlar teklenmiş, türbin makine devreye alınmış, postalar yerlerine geçmiş, rıhtım yolcularını uğurlamaya gelmiş insanlarla dolu ve hareket saati geldiği halde S/S Uludağ bir türlü hareket edemiyor. Bu arada bizim de hareket saatimiz gelmişti. Uludağ gemisinin yolcuları sabırsızlanmaya, bağırmaya başladılar. Çünkü gemi Bandırma’ya varınca yolcular alelacele gemiyi boşaltıp peronda hazır bekleyen İzmir treninde yer kapma maratonuna başlayacaklardı. Geminin rötar yapması trenin de geç kalkmasına sebep olacağından yolcular huzursuzdu. Bulunduğumuz yerden köprü kırlangıcındaki Fundacı Sabri Kaptan’ın zabitleri, ikinci kaptanı ve bir takım tanımadığımız eşhas ile hararetli hararetli konuşmalarına şahit oluyor bittabi neler konuştuklarını bilemiyorduk. Bizim hareket saatimiz gelmişti ve avara edip sefere başladık ve akşam seferden gelip aborda olduktan sonra bütün gemide kahkahalarla karşılanan bir açıklama ile öğrendik S/S Uludağ’ın seferden geri kalma sebebini.

            Efendim! Rıhtım ve gemilere girmeleri yasaklanan berduşlar bir yolunu bulup geminin dümen dolabını çalmışlar.

         Nasıl mı? Eskiden gemilerde gemilerin alamet-i farikası diyebileceğimiz şahane dümen dolapları vardı. Şimdiki gibi bir parmak joystick ile gemi idare edilmezdi. Çok eski Tarı, Aksu, Güneysu, Necat vb. gemilerde dümen dolabı gene köprü üstünde mukim bir stimli makineye kumanda eder, mezkür makine ters sarım bir zincir donanımını hareket ettirir, zincir hareketi kıç taraftaki ana dümen makinesine iletir ve kuvadrat yekeye merbut dümen yelpazesi hareketle gemiye yön verirdi. Tabii ki zamanla inkişaf eden bu sistem zamanımızda yerini hidrolik sisteme bırakmış, zincir ve davlumbazda ki dümen makinesinin yerini hidrolik borular almış ve ana makinaya kumanda bu boru ve valflar sayesinde yapılmaya başlanılmıştı. Bunda da en büyük valf olarak tesmiye edebileceğimiz dümen dolabı bütün sisteme kumanda edebilecek şekilde dizayn edilmişti.

         Mezkür dümen dolabı merkezindeki dişi  konik bir dörtgen yatak ile hidrolik devresinin ana erkek valfına geçirilir ve kapalı bir somun ile sabitlenirdi. Dümen dolabını yerinden çıkartmak için bir İngiliz anahtarı ile somunu laçka etmek ve dolabı iki kenarındaki kavelalardan tutup kendinize çekmeniz yeterliydi. Bu durumda dümene kumanda edilemez ve gemi manevradan aciz bir hale gelirdi.

        S/S Uludağ işte zamanın en mütekamil dümen makinesini havi bir gemi olması hasebi ile dümen dolabını çaldırdığı için manevradan aciz kalıp sefere çıkamamıştı.

        Devrisi gün seferimiz yoktu. Biraz geç gittim. Baktım Uludağ yerinde yok. Sorunu nasıl çözdüler bilmiyorum ama o konu gazetelere geçti mi onu da bilmiyorum. Bu konu epeyce konuşuldu camiada ve zamanla unutuldu gitti. Tabi sorgu, sual, müfettişler ifadeler bir zaman devam etti ve sonunda her şey eski halini aldı. Konu kapandı, unutuldu gitti. Bizim gibi kafileden uzak kalmış birkaç dinazor eskisinin anılarında yaşıyor hatıralar işte.

         Bir iki aya da kalmadı bizim sevimli berduşlarımız tam kadro hizmet vermeye başladılar.

         Şimdi ne o rıhtımlar kaldı ne de o güzelim gemiler. Bizim zamanımızın berduşları bile haysiyetli, kişilikli, efendi insanlardı. Eeee ne demiş şair ‘’ Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer ’’