İstanbul
14 Aralık, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Kaos

16 Ocak 2022, Pazar 14:04

En kalabalık şehirlerden birinde, İstanbul’da Beşiktaş ilçesindeyiz. Hazırsanız başlıyoruz gezmeye. Daha doğrusu ben geziyorum sizler de benim gözümle…

 

Beşiktaş meydanındayım. Barbaros Bulvarının meydana yakın bölgesi tek tönlü trafiğe kapatılmış. Meydan düzenlemesi yapılıyormuş. Zaten sıkışık olan trafik büsbütün artmış. Kaldırım için seçilen taşın kayganlığı da ayrı yazı konusu. İşçilik zaten iyi değil. Yürürken ayağınıza mütemadiyen tesviyesinde olmayan döşenmiş taşlar takılıyor. Niçin yapılan iş doğru yapılmıyor, fen işleri müdürlüğü kontrol mühendisleri bakmıyor mu?

 

Yayalar açısından bakacak olursak; trafik ışıkları yayalara yeşil yandığında Barbaros Bulvarında insanların bir kısmı düz bir şekilde karşıya geçerken bir kısmı düz ilerleyip sağa doğru yönelmek zorunda kalıyorlar. Karşıdan gelen insanlarda aynı şekilde Beşiktaş’ın çarşısına ilerleyebilmek için aynı çabayı göstermek zorundalar. Dolayısıyla insanlar arasında çarpışmalar meydana geliyor. Bu arada covid meselesi var tabii ki. Korumamız gereken 1.5 metrelik sosyal mesafe inanın 1 adım bile değil. Trafik lambasının süresi belli, geçmeye kalktığın caddenin mesafesi belli, koruman gereken sosyal mesafe belli. Her şey belli ama matematik kurallarına göre süre ve yoğunluk açısından verilen zaman diliminde bu şartlarla karşıya geçmek mümkün değil.

 

Nereden hangi otobüse ya da dolmuşa bineceğiniz de bir muamma. Mesela Barbaros Bulvarında otobüs tabelaları var. Fakat otobüslerin çoğu durmadan geçiyor. Beklediğim yarım saatlik sürede hiç otobüs durmadı. Taksiyi hiç araya katmıyorum bile. Birazdan taksi meselesini de yazacağım.

 

Beşiktaş’taki yolculuğumuza başlıyoruz. Öncelikle Anadolu yakasından motorlarla geldiyseniz ve akbilinizi dolduracaksanız hiç heveslenmeyin. Akbil gişeleri yerinde yok. Hadi bakalım gişeleri arayalım… Biraz evvel anlattığım ışıklardan geçmeyi başarabildiysek uzuuun bir kuyruk görüyorsunuz cumhuriyet anıtının olduğu alanda. Hava güneşli ise biraz şanslı sayılırsınız. Çünkü yağmurda korunacak bir alan yok. O kuyrukta sabredip beklerseniz akbilinizi doldurabilirsiniz. Alternatif olarak bazı büfelerden de doldurabiliyorsunuz fakat covid süresinde hes kodunuzun  ya da  yıllık yenilemek zorunda olduğunuz akbilinizin süresi dolduysa beklemek zorundasınız.

 

Şimdi biraz kitapçıları gezelim. Beşiktaş, konumu açısından öğrencilerin uğrak yeri. Aradığınız kitabı bir kitapçıda bulamadıysanız diğerinde mutlaka bulursunuz. Kendimizden emin adımlarla meşhur kitapçılardan birine gidiyoruz. Hava da çok soğuk. Kitaplara bakarken biraz da ısınırız. Sakın çok hızlı yürümeyin yoksa yanlışlıkla kapalı olan kapılara çarpabilirsiniz. Nasıl demeyin. Kitapçı kapalı. Nasıl olur kırk yıllık kitapçı diyorsanız da durumu kabullenmemiz gerekiyor. Neyse diğerine bakalım. Olamaz o da kapalı. Moral bozmak yok. En azından bildiğim iki tane daha kitapçı var yıllardır orada olan. Sırayla onlara da bakıyoruz. Yok, onlarında yerinde yeller esiyor… Kitap alma hevesimiz kursağımızda kaldı. Nasıl oluyor da hepsi birden kapanıyor hem de Beşiktaş gibi bir ilçede!  Kiralar mı çok zamlandı, zaten pek olmayan okuma alışkanlığımız daha da mı azaldı derken kağıtların pahalılığı birçok kitabın basılamaması, birçok kişinin işsiz kalması gibi bir sürü neden olabilir diye düşünüyor insan.

 

Yolculuğumuza devam ediyoruz. Umarım sıkılmamışsınızdır.

 

Kitap alamadım, kırtasiyeye uğrayıp bir boya çeşidi soruyorum. O da yokmuş maalesef. Konu konuyu açıyor ve kırtasiye sahibi ile sohbet ederken içeriye yaklaşık otuz beş – kırk yaşlarında bir adam giriyor ve aklımın almadığı ve ağzımın açık kaldığı o soruyu soruyor.

‘’Ağabey, anahtar yapıyor musunuz?’’

 

İşte donduğum an ama soğuktan değil. Kaçıncı yüzyıldayız, hangi çağdayız!!! Biz daha anahtarın nerede yapılacağını bilmiyorsak vah bizim halimize!!!

 

Artık eve dönme vakti. Bu kadar karmaşadan ve boşa harcanan zamandan sonra taksiye bineyim de günün geri kalanını kurtarayım dedim ama neredeee. Taksi durağı da meydan çalışmasından dolayı artık yerinde olmadığı için İstanbul’da bulabilirsek boş taksi durdurmak gerekiyor.

 

Caddenin kenarında durup taksi beklemeye başladım canımı hiçe sayarak. Şansım varmış bir taksi boş. Ben durdurdum ama çok kibar iki beyefendi benim durdurduğum taksiye bindiler. Aradan iki dakika geçmeden bir taksi daha durdurdum. Gerçekten şanslıydım bu kadar az zamanda İstanbul’da taksi bulabilmiştim. Ben bunları düşünerek taksiye ulaşmama ramak kala yine arkamdan gelen ama benim fark etmediğim iki tane orta yaşlı beyefendi benim önüme geçerek taksiye bindiler. Taksilere binen çok centilmen ve insanlara saygısı olan bu beyefendileri anlamaya çalıştım ama taksi şoförlerini hiç anlayamadım. Hiç kimse ‘’Taksiyi hanımefendi durdurdu, sizi alamam taksiye’’ demiyor.

 

Demokraside çareler tükenmez. Vazgeçmek yok. Taksiden vazgeçip dolmuşa yöneliyorum. Bindiğim dolmuşun şoförü çok bunalmış bir halde teyzelere ve amcalara yol tarifi yapmaya çalışıyor. Maalesef o da çok yardımcı olamıyor soru soranlara. Kendisinin en az on gündür o hatta çalıştığını, hangi otobüsün nereden kalkıp nereye gittiğini kendisinin  bile anlamadığını söylüyor.

 

Tabii ki sosyal mesafemiz yine yok. Kuralları aştık. Herkes 1960 – 1970’li yıllardaki gibi iç içe. Ne güzel eski günlere döndük. Dolmuşta mükemmel bir samimiyet. Birazdan mahalle komşumuz da seslenecek ‘’Çayı demledim, hadi gelin’’ diye. Zaten herkesin kapısı açık, zil çalmak da nedir?

 

Ve aniden frenle gerçek dünyaya dönüyorum. Derdimiz sadece eve ulaşabilmekti. Zaten sosyal mesafeyi bu kadar kalabalıkta nasıl koruyacağımızı da anlayabilmiş değilim.

 

Şimdi son bir hamlemiz kaldı. Başka bir kırtasiyeye gidip bulamadığım boyayı almak. Gelmişken birkaç sayfa dökümanın çıktısını da alıyorum. Şanslısınız diyorlar -yaşadığım günü düşünürsek ne kadar şanslıyım bilemiyorum- Neden diye sordum. Dün kağıt yoktu bugün geldi dediler. Bir kere  daha şok oldum. A4 boyutunda bir paket kağıt nasıl olmaz? Kağıt fiyatlarına çok zam geldiğini artık fiyatı da  önemsemediklerini verdikleri siparişten sadece kendilerinin iki top kağıt alabildiklerini söylediler.

 

Laf lafı açtı. Anahtar hikayesini anlattım. ‘’İnanabiliyor musunuz bu duruma?’’ dedim. Kırtasiye sahibi bana ‘’O da bir şey mi? Benden mangal kömürü isteyen oldu’’ dedi ve başladık gülmeye. 

 

Bu zamanda artık akıl sağlığımızı korumak için yapmamız gereken tek şey gülmek sanırım. En azından serotonin hormonu salgılarız. Herkese bol neşeli günler diliyorum.

 

Başka bir İstanbul seyahatinde görüşmek dileğiyle…

google