A.S.P.
İstanbul
27 Temmuz, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Kaptan Cerrah Olursa

22 Nisan 2024, Pazartesi 13:03
reklam yerim makale içi

Bütün hobilerim denizcilik ve deniz sporlarıyla alakalı olsada bunlarla bağdaşmayan tamamen zıt bir hobim olduğundan da bahsetmem gerekir sanıyorum. Bu da sağlık alanına inhisar eder ki bilinçsizce ve açıkça söylüyorum deli cesareti ile yaptığım bir işlem az daha telafisi imkansız bir problem haline gelecekken artık talih mi diyeyim, şans mı diyeyim her neyse çok ucuz ve minimum bir hasarla atlattığımız bir olaya vesile olmuştu.

Almanya’da bulunduğum yıllarda pek bol ve ücretsiz olan halk eğitim kurslarına elimdeki imkan ve vaktim müsait oldukça katılmış ve hakikaten çok faydalı şeyler de öğrenmiştim ama kafamı karıştırmaktan da başka işe yaradığını söyleyemem açıkçası! Çünkü insan bir konu üzerine düşünüp o konu üzerinde çalışıp eğitim alıp ustalaşmalıdır ama ben ne yaptım? Bol bol imkan ve parasız kursları görünce mal bulmuş mağribi gibi saldırıp alakasız şeylerle kafamı karıştırdım. Yangından tut, tornacılık / tesviyecilik kursu dahi gördüm. Kaynakçılık kurslarını bitirdim ve en mühimi de Kızılhaç’ın tertiplediği ilk yardım ve ileri ilk yardım kurslarına da katılarak pek iyi derece ile bu kurslardan da sertifika aldım. Meslekte işime yaramadı değil ama anlatacağım bir olayda da başımın belaya girmesine ramak kalmıştı yani.

Almanya’dan memlekete kati dönüş yaparak filoda işe başlamıştım. Şimdi Kuzey Atlantik’in derinliklerinde ebedi uykusunu uyuyan bir cargoda işbaşı yapmıştım, işimi seviyor ve zekle çalışıyordum. Gemi yabancılardan yeni alınmıştı, malzeme ve yedek parça çok boldu. Bu arada 3’üncü kaptanın sorumluluğunda olması gereken revirinde bakım ve tasnif işini boş vakitlerim çok olduğu ve hobi olarak gördüğümden ben deruhte etmiştim. Bizim gemilerimizde umumiyetle gemi reviri de bir nevi yedek yatak kamarası olarak kabul görür personel arasında. Yabancılarda bu kadar da olmasa bile bize birazcık yakın bir zihniyet varmış ki reviri matluba münasip bulamadım açıkçası ve elimden geldiğince ve hobimi tatmin edercesine halle yola koydum. İlaçlarını filan tanzim, tertip ettim ve gerçekten ufak bir sağlık kabini haline getirdim. Bu arada gayet güzel ve çeşitli sıhhı alet ve ilaçların da bol olduğunu gördüm.

Şimdi rahmetli olmuş baş mühendisimizin kıymetli eşleri iki küçük çocukları ile gemimizde misafir olarak sefere iştirak ediyorlardı. Çocuklar okul çağında olmadıkları için zaman kısıtlamaları da yoktu ve geminin neşe kaynaklarıydılar. Hanımefedinin de ameliyat hemşiresi olduğunu sonradan öğrendim. Hatta gemideki bir, iki küçük yaralanma olayında da revirde sargı, dikiş gibi işlerde çok yardımcı olmuş ve ‘’Süvari Bey, bravo siz bu işleri gayet güzel öğrenmişsiniz.’’ demişti. ‘’Efendim, mecburiyetten değil de hobi olarak öğrendim.’’ dediğimde de yo hayır çok işe yaradığını görüyorsunuz filan diye de konuşmuştuk.

Çarkçıbaşımın boynunda iri bir fındıkla ufak bir cevizin boyutları kadar bir yağ bezesi vardı. Deri altında kolayca ele gelen aşağı yukarı hareket edebilen, kendi deyişine göre hiç de muzdarip olmadığı ancak hanımının sinirini bozan bir yağ bezesi. O zamanlar gemilerde bilgisayar, lap-top, cep telefonu, internet gibi saçmalıklar bulunmadığı için de mufassal bir bilgi almak olanağımız da yoktu. Bir gün bir sohbet anında gene konu açıldığında ‘’Sanırım ufak bir yağ bezesi, zararsız bir şey. Doğru dürüst bir limana gidince doktora havale ederiz çarkçıbaşımı hemen alıverirler,mühim bir şey değil.’’ dedim engin tıp bilgime istinaden. Benim bu lafım üzerine çarkçıbaşımın hanımı aynı ortaoyununda ki pişekar gibi lafı kapıp ‘’Tabi efendim zararsız bir kitle. Hatta biz bile gemi revirinde halledebiliriz.’’ dedi. İçimden de yok artık dedim. Dedim demesine de ulan olur mu olur be dedim. Görünüşe göre yağ bezesi, deri altında hareketi. Demek ki bir yere bağlı değil, serbestçe hareket edebildiğine göre…Eh, her türlü alet edavat da mevcut. Ufak bir kesik ile alıveririz hazır ameliyat hemşiresi de var, hem bana da bir deneyim olur. Fikir, beyinsiz kafamda şekillendi ve hanımın konuya tekrar dönmesi için çare üretmeye odaklandım. İstiyordum ki hanım olaya istekli olsun, bende istemeden de olsa kendisini memnun edebilmek ve çarkçıbaşıma yardım babında ama hattızatında egomu tatmin için şu yağ bezesini alıvereyim.

Hiç ummadığım bir muhabbet anında Akdeniz’de sakin bir havada, seyir esnasında saat 15:00 civarında çay saatinde konu açıldı kendiliğinden. Oturmuş çay içip laflıyorduk ki çarkçıbaşım normal olarak ensesini kaşıdı. Hanımı ‘’Yine mi ağrı yapıyor?’’ filan deyince ‘’Yok yahu ağrı filan yok, kaşındı işte boynum. Hanım sende amma taktın ha meseleye!’’ deyince hanımı ‘’Ne yapayım, elimde değil. Kafama takılıyor işte. Bak gemide şahane bir revir var. Süvari Bey de bu işlerden iyi anlıyor. Anlık bir iş, gel alıverelim şu bezeyi, bitsin gitsin.’’ deyince zavallı adam iyice canından bezmiş bir ifade ile ‘’Tamam yahu, tamam. Ne isterseniz yapın, bıktım bu muhabbetten.’’ dedi. Ulan fırsat ayağıma geliyordu galiba ama istemem pozlarında ‘’Hanımefendi lütfen ısrar etmeyin çarkçıbaşıma, belki bir okazyon filan çıkabilir. Müsait bir limanda hallederiz.’’ Dedim. Ama gönlüm hanımefendi ısrar etse de istemem pozlarında razı olsam havalarındaydı. İstediğim de oldu sonunda. Hanımın ısrarı neticesinde maaile revirin yolunu tuttuk. Tabi bendeniz o anda kalp veya böbrek nakli yapacak cerrah havalarına girmekte gecikmedim. Gerekli aletleri steril ettim. Zaten topu topu bir bistüri, iki pens, bir makas, pamuk vs.den ibaret alet ve edavatı dizdim bir steril örtü üstüne. Uyuşturucu olarak lokal anesteziyi seçtim, bölgeyi alkolle temizleyip, klor ve etil ile uyuşturup birde üstelik jetekoin iğnesi yaptım yüksek bilgimin eseri olarak. Sonra da eldivenli sol elim ile bezeyi sıkıca tutup sağ elimdeki bistüri ile ya allah deyip portakal dilimler gibi yardım kesiği. Anında biraz kan aktı. Hanımefendi hemen temizledi akan kanı. O arada ben forsep ile yağ bezesini yarıktan çekip aldım. Zaten biraz fındık irisi bir yağ topağıydı ama iplik gibi bir iki uzantısı vardı arkasında. Evellallah o da problem değildi. bir ufacık makas işlemi ile anları da diskalifiye edip parçayı bırakıp bol penisilin merhemi sürüp yarayı dikiverdim. Tabi ufacık bir yarayı bir, iki klipsle birleştirmek imkanı varsa da hazır bulmuşken kat-kütle veledi barga fırtına yelkenini diker gibi çift dikişle dikip güzelce sarıp bantladım adamcağızın ensesini.  Sonrada eserimi seyredip kendi kendime cerrahlığımı tebrik ettim. Eh artık karada ve denizde bana ölüm yoktu evelallah.

Hakikaten iki, üç gün sonra adamcağızın yarası kapandı. Beş, altı gün sonra da dikişlerini aldı hanımı. Hayat ağır ağır normale döndü dönmesine ama bizim baş çarkçıya bir şeyler oldu. Adam başını sancağa rahatlıkla çeviriyor, ortalayıp viya edince baş iskeleye dönmeden kazıklıyordu. Mesela iskelesinde bulunan bir kişiye laf söylemesi gerekirse başını çeviremiyor, manevra yapan Yavuz kruvazörü gibi tüm vücudu ile dönmek zorunda kalıyordu. Tabi engin bilgi ve sonsuz hazakatim bu sorun karşısında çaresiz kaldı. Neticeten kırk beş, elli gün sonra gemi Mersin Limanı’na tahmilatta bulunmak için mihman olunca ailece tanıdıkları S. S. Kurumu hastanesi baş hekimine hem ziyaret hem ticaret babında bir ziyarete gittiler. İki saat mukaddem bir gemici gelerek yanındaki bir şahsın benimle görüşmek istediğini beyan etti. Buyrun dedim, beni görmek istemişsiniz.

Kaptan Bey dedi adamcağız, ben S.S.Kurumu Baş Hekimi … Bey’in makam şoförüyüm. Kendisi araba gönderdi, zatınızı bir çay içmek için davet ediyor deyince eyvah dedim, şimdi b..ku yedik işte. Ama yigitliğe de b.k sürmedik, kuyruğu dik tutarak tabi arkadaşım hemen gidelim, bekletmeyelim doktor beyi dedim.

Giyinip çıktık. Adamcağız arabanın kapısın açtı, kurulduk arabaya ama kafamızda bin bir senaryo ürete ürete geldik hastahaneye. Makama girince bir baktım bizimkiler ailece oturmuşlar mütebessim bir şekilde gülümsüyorlar. Çocuklar önlerindeki kurabiye, bisküvilerle haşır neşir… Makam masasının ardında güleç yüzlü, gözlüklü, babacan, beyaz önlüklü şişmanca bir doktor ayağa kalktı.

- ‘’Ooo buyurun hocam, muhterem cerrahımız, hoşgeldiniz efendim.’’ diye beni istikbâl etti.

Eh dedim bir terslik yok, rahatladım. Neyse muhterem doktor açıkladı meseleyi.

Evet, yağ bezesini almışız ama başa sancak iskele hareket veren mekanizmanın bilmemne sinirini zedelemişiz. Meğer o kesip attığım, benim yorgan ipliğine benzettiğim fanfirifinfon siniri mi ne imiş. Bir yığın latince sözden anladığım buydu işte. Üç, dört aya kadar sinirler kendini yeniler. Çarkçıbaşım da eski sağlıklı günlerine dönermiş. Tabi rahatladım ama doktor beyden de azar demiyeyimde epey bir alabanda yedim yarı şaka yarı ciddi.

- ‘’Efendim’’ dedi adamcağız. ‘’Herkes kendi mesleği ile iştigal etmeli. Örneğin ben gemiyi bir başka limana götürmek değil, bağlı olduğu yerden bile kaldıramam değil mi efendim? Sizde bir daha cerrahlığı bırakın, sağlık memuru olarak dahi böyle işlerle iştiğal etmeyiniz efendim. Allah korusun başınız derde girer, ceza bile yersiniz. ‘’

- ‘’Efendim yollu nasihatlere de aynı nezaketle hakk-ı âlîniz var efendim. Bir daha asla böyle işlere tevessül etmem.’’

Tövbe diyerek ayrıldım makamdan ama tabi sözümü tutamadım açıkçası. Altı, yedi ay mukaddem bir gemicimin çok ağrıyan çürük ve sallanan alt çenesindeki bir dişi çekerek yeminimi bozdum.

Üç, dört sene sonra çarkçıbaşımla rastlaştık bir limanda. Tamamen iyileşmişti. Başı da her iki tarafa rahatça dönebiliyordu.

Eh kaptanın cerrahlığı da bu kadar olacaktı işte.       

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.