İstanbul
12 Aralık, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Mirliva Ahmet Avni Paşa Ve Hatıratı

03 Kasım 2024, Pazar 08:38

Mirliva Ahmet Avni Paşa Ve Hatıratı
Yazan:Osman Öndeş

Ahmet Avni Paşa’nın Hatıratı üzerine
Özetle nakledeceğim bu hatırat, yayınlandıktan sonra birileri tarafından aleyhime dava açıldı ve nasıl bir hata işlemiş isem, mahkemelerde süründüm. O zamanki maddi imkanım da çok kısıtlı olmasına rağmen, hayli bedeller ödedim. 94 yaşına geldiğim bugünlerde bile içimde derin bir sızı olarak durmaktadır.
Bahriye Nazırı unvanı verildiğinde denizcilikle hiçbir deneyimi ve bilgi birikimi olmadığını ifade eden, siyasi politikaya daima karşı ve uzak durmaya çaba göstermiş, cefakâr bir asker kumandan olan Avni Paşa; hataları ve sevapları neler ise, yaşamının son yıllarını geçirdiği Lübnan’nın Cünye (Junieh) kasabasında anılarını yazmaya devam etmiş ve tamamladıktan sonra, yayınlanmasını çok arzu etmesine rağmen, basılı bir kitap haline getirmek imkanını bulamamıştır.


Birsüre sonra anılarını yeniden gözden geçirmeye başlamış ve ilk yazdığı metinlere bazı eklemeler yaparak ve kısmen özet halde ayrıntılara girilmiş olduğu görülmektedir. Böylece hatırat daha kapsamlı hale getirmiştir.
Hatıratı hangi tarihte ve nerede yazmaya başladığına dair Avni Paşa’nın yaptığı bir özel açıklama olmamasına karşın, San Remo’daki yaşamı sırasında hayli kısmını tamamladığı görülmektedir.

Nitekim Sultan Vahdettin de hatıralarını San Remo’da Avni Paşa’ya yazdırmaya başlamış, ancak Zamanla ortaya çıkan üzücü bir gerçek de vardır; Avni Paşa iki hatırat yazmıştır. İlk hatıratın nushaları oğullarından Münir Şahinbaş’a intikal etmiş, fakat ailenin eksilmeyen korkuları nedeniyle bu hatırat Münir Şahinbaş tarafından yakılarak yok edilmiştir. Torunu Semih Bâki ’yle yaptığım yazışmada (1) şu bilgiyi vermiştir: “Dayımın oğullarıyla görüşmemde öğrendim ki, Paşadedemiz Ahmet Avni Paşa’nın belirttiğiniz gibi gerçekten iki ayrı hatıratı varmış . Elimizdeki olanı, ikinci hatıratı . Birinci hatırat, oğlu Münir dayım tarafından ne yazık ki imha edilmiş. O tarihlerde böyle bir kitap bulundurmak münasip olmadığından hatıratı yakmış, maalesef!

Avni Paşa’nın hatıratındaki son dört paragraflık kısım Sultan Vahdettin’in elyazısıyla kaydettiği bölümdür. Diğer kısımlar Avni Paşa’nın elyazısıyla, Sultan Vahdettin’in söylediklerinden oluşmaktadır.(2)
Avni Paşa’nın bana intikal defterleri yenilenmiş olanıdır. Yeniden gözden geçirilen ikinci hatıratın kopyalanarak ciltlenmiş bir nushası belirttiğim gibi emaneten bendedir.
Hatırat’ta konuların sıralaması hakkında bir açıklama yapmalıyım; Başlangıçtan itibaren konular genelde bir tarih sıralamasına çoğunlukla riayet etmesine karşın, son bölümde ayrı ara başlıklar altında yeniden ilk dönemlere ait bazı olaylar anlatılmaktadır. Örnek olarak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan Samsun’a hareketine ait bölüm verilebilir.
Birdiğer husus; ifade dilinin sonlara doğru olayları usulüyle anlatmaktan ve kırgınlıktan öteye, ağır küskünlük derecesinde yükselme gösterdiği tarzındadır. Avni Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkabilmesi için Kayınpederi Şakir Paşa’yla tesis ettiği imkanların gözardı edilerek kendisini Vatan Haini ilan edenlere ses çıkartmakta, hatta Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine sahip çıkmayışına kırgınlık duymaktadır
Bu hatırat sayesinde Sultan Vahdettin’in Avni Paşa’ya yazdırdığı hatırat’ına ulaşılmaktadır. Yine bu sayede Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa hakkında, bazen umut dolu, fakat çoğunlukla alabildiğine yerici ve hatta çok ağır hakaretler ve aşağılamalar dolu görüşler ortaya koyduğuna tanık olunmaktadır.
 

Seryaver Avni Paşa
Avni Paşa çoğunlukla “Sultan Vahdettin’in Seryaveri” olarak anımsandı. Sadrazam Damat Ferid Paşa tarafından seryaverlik kendisine tebliğ edildiği sırada Bahriye Nazırı’ydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Bahriye Nazırlığı gibi bir makamdan, padişahın başverliğine atanmanın, terfih mi, yoksa “Rütbe-i Tenzil” (Rütbesinin indirilmesi) mi olduğu üzerindeki çelişkiyi kendi dünyasında yaşamış ve hatıratında değerlendirmesini yapmıştır.
Birdiğer madde ise Sultan Vahdettin’in Avni Paşa’ya yazdırdığı hatıratıyla ilgilidir. Tarihçi Murat Bardakçı Avni Paşa’nın hatıratının son sayfalarında yeralan Sultan Vahdettin’in hatıratına atıfta bulunarak “Sultan Vahidettin, hatıralarını başyaver Avni Paşa’ya Sanremo’da dikte ettirmiş, ancak tamamlamamıştır.” diyor.(3)
Rumeysa Aredba’nın “Sultan Vahidettin’in Sanremo Günleri” başlıklı eserinin 20 No’lu Dipnotu’nda “Seryaver Ahmet Avni Paşa; Aslen Gürcü olup Batum’da doğmuştur. …Söylentilere göre Vahdettin’in sırdaşlarından biriydi ve Vahdettin’nin hatıraları onda bulunuyordu. Ancak maddi sıkıntı çektiğinden hatıraları Halife Abdülmecit’e satmış, Abdülmecit Efendi ölünce hatıraları kızı Dürrüşehvar Sultan’a bırakmış.” ifadesi bulunmakta.(4)
Avni Paşa son yıllarını büyük yoksullukla geçirdi. Bu konuda torunu Semih Bâki şöyle anlattı; “Dedem Avni Paşa hayatta iken dört kızından sadece ikisini evlendirdi.Ancak kısa bir süre sonra vefat etti.Cünye’deki hayatı yoksulluk içinde geçti. Evlenen iki kızı ve eşleri çok gençlerdi ve iş hayatına yeni atılmışlardı.Bu nedenle kızlarının maddi olarak Avni Paşa’ya bir yardımları olamadı.
Avni Paşa maddi imkanları çok kısıtlı olduğu için evlerindeki halıları v.s gibi özel eşyalarını satarak ve İstanbul’daki kız kardeşinden gelen destek ile geçimini sağladı.

________________________________
(1) Semih Bâki- Osman Öndeş yazışmaları 1 Kasım 2011”
(2)Bu ayrıntılı açıklama Tarihçi Murat Bardakçı’nın Şahbaba başlıklı eserinin Sf.417’de görülmektedir.
Avni Paşa’nın kızı Fitnat Türkmeneli, hatıratın ilk kırk sayfasındaki metni çok kısıtlı şekilde sadeleştirerek, hatta bazı yerlerde yalın Türkçesini ifade ederek okumuş ve yeğeni Lemis Hanım da söylenildiği gibi bir deftere aktarmıştır.
(3) a.g.e. s.417.
(4)Rumeysa Aredba,Sultan Vahdettin’in San Remo Günleri,Sf.47,Timaş Yayınevi,2009.

Avni Paşa’nın ağabeyi
Mutasarrıf İsmail Fevzi Paşa

Avni Paşa’nın hatıratını naklederken, ağabeyi İsmail Fevzi Paşa hakkında da çalışma yaptım. Cumhuriyet’le beraber Şahinbaş soyadını alan bu ailenin tüm fertlerinin bu vatana hudutsuz faydalı hizmetler ürettikleri de bir gerçektir.
Nevar ki kendisi ve ailesi hakkındaki yazılı diyebileceğimiz tüm belgeler ve aile albümleri Şehzadebaşı’ndaki konaklarının yanması ve yağmalanması sonucu yok olup gitmiştir.
İsmail Fevzi Paşa’nın mutasarrıflığı süresince Anadolu’nun birçok bölgesinde devam eden görevleri nedeniyle kardeşi Avni Paşa’yla irtibatının çok kısıtlı kaldığı anlaşılmaktadır.
İsmail Fevzi Paşa Batum ileri gelenlerinden ve Jandarma Kumandanlarından Şahinbaşzâde Mirliva (Tuğgeneral) Süleyman Paşa ile Nazlı Hanım’ın oğludur.
1863 (1820) de Trabzon’da doğdu. Trabzon Rüştiyesi’nden orta, Galatasaray Sultanisi’nde lise öğrenimini tamamladı. Mülkiye’nin yüksek kısmından en iyi derecede mezun oldu. Mezuniyetini takiben, 28 Ocak 1889’da Hariciye Nezareti Tahrirat-ı Hariciye Kalemi İkinci Kâtipliği’ne tayin edilerek devlet hizmetine girdi.
20 Kasım 1889'da Yanya Vilayeti Tercümanlığı’na nakledildi. Bu görevden idare mesleğine geçti. 2 Ekim 1892’de Akçahisar, 29 Mart 1893’te Islahiye, 21 Kasım 1895’te Haçin (Karaisalı), 20 Ekim 1896’da Ayıntap (Gaziantep), 12 Ocak1898’de ikinci defa Ayıntap Kazaları Kaymakamlıklarına atandı.
Bu son vazifesinde Mutasarrıflığa terfi ederek 23 Haziran 1900’de Ergani (Maden), 6 Nisan 1903’te Senice Sancakları Mutasarrıflıklarına gönderildi. Burada iken Paşa (Mir-i miran)’ lık payesiyle taltif edildi. Ekim 1903’te Perşembe, 19 Eylül 1908’de Gelibolu, 7 Temmuz 1909’da Maraş, 22 Eylül 1911’de Urfa, 3 Ekim 1913’te Denizli Sancakları Mutasarrıflıklarına nakledildi. Denizli Mutasarrıfı iken “Görülen lüzum üzerine” 19 Mart 1915’te “Tensikat”a tabi tutularak 23 Nisan 1915’te emekliye sevk edildi. Emekli olarak oturmakta olduğu Konya’da 13 Nisan 1917’de Hakkın rahmetine kavuştu.
Nâkiye Hanım’la evli idi. 1905 doğumlu Selahattin, 1907 doğumlu Muhittin, 1909 doğumlu Alaettin (Şahinbaş), 1910 doğumlu Celalettin adlarında dört erkek ve Seher, Raife, Sabiha (Şahinbaş) ve Nafia adlarında dört kız evlat babasıdır. Fransızca ve Arapça'ya kuvvetle vakıf olup, İtalyanca ve Rusça konuşurdu.
Annesi Nafia Hanım tarafından İsmail Fevzi Paşa’nın torunu olan Gülveren Tüntaş Hanım’ın Bodrum’da yaşadığını tespit ettim ve Bodrum’daki evinde sohbet ettik. Bu sohbete imkan hazırlayan ise ağabeyi Canan Temo Beyefendi oldu.
Gülveren Tuntaş’ın anıları çoğunlukla anneannesinin anlattıklarına dayanmakta. Bir de çocukluk yaşlarından bazı anıları da var.
Şöyle anlattı; “Dedem ortaokuldan sonra İstanbul’da anneannemin yanında okumuş. Anneannem, teyzem ve dayılarım hepimiz birlikteydik. Anneannem anılarını anlatmayı çok severdi. Belki kardeşlerim arasında aile hatıralarına en fazla ilgi duyan da bendim.
Şahinbaşlar çok saygın ve büyük bir aileler. Rus Çarı tarafından ‘Prenslik’ ünvanı verilmiştir. Aile zamanla Batum’dan göç ediyor.
Çok kalabalık olan Şahinbaş ailesi muhtelif dallar halinde Osmanlı topraklarında başka yörelere yerleşiyorlar. İsmail Fevzi Paşa aile grubu İstanbul’a yerleşiyor ve kardeşi Avni Paşa Galatasaray’da okuyorlar ve çok başarılı birşekilde bu okuldan mezun oluyorlar.Gürcü’ler genellikle sert yapılıdırlar. Dedem Galatasaray’da öğrenci iken şehzadelerden biri kendisine ‘Deli Gürcü’ diye lâf ediyor ve dedem de çok kızarak şehzadeye bir tokat atıyor!
Bu hadise Saray’a kadar intikal edince, Padişah huzura çağırtıyor. Enazından Galatasaray’dan atılması beklenirken, padişah neden böyle bir harekette bulunduğunu soruyor. Dedem de kendisine Deli Gürcü dediğini belirterek ‘Biz ailece Gürcü’yüz ama, biz önce Türk’üz.. Deli Gürcü değilim, Türküm!’ diye cevap veriyor.
Hatta heyecanla; ‘Padişahım, bana ayni sözü sarf ederse, yine tokatı atarım..’ diye devam edince, huzurda olanlar bu gencin cüretinden dolayı iyice şaşırıyorlar ve okuldan atılmasına kesin gözüyle bakılırken, Padişah, ardından ‘Bu genç çok zeki ve kendine müthiş güveni var. Gelecekte çok başarılı olacaktır! Sadece ihtar verilsin ve okula devam etsin..’ buyuruyor.
Bu olay üzerine kendisine ihtar verilmekle kalınıyor.
İsmail Fevzi Paşa’nın özel yaşamında, aile içinde zaman zaman ters karşılanan bir kararı da olmuştur. Zira amcasının kızı Nâkiye Hanım’a âşık oluyor ve daha da ileri giderek talip oluyor. Babasına Nâkiye’yi istemelerini söylüyor. Babası da, arada kan bağı olduğunu, amca çocuğu ile evlenmenin imkansızlığını belirtmesine karşı çıkılınca, Trabzon’a gidiyor ve orada Nemlizâde’lerin kızıyla evleniyor. Eşi hamile kalıyor ve çocuğunu dünyaya getirirken vefat ediyor. Bunun üzerine İsmail Fevzi Paşa yeniden İstanbul’da babasının karşısına çıkıyor. Tabancasını çıkartıp masanın üzerine koyuyor ve ‘Ya bana Nâkiye’yi alırsınız, ya da ben intihar ederim!’ deyince, babası durumu kardeşine anlatıyor ve bu çıkmaz durum karşısında ‘Verdim gitti..’ denilerek iki kardeş çocuğu arasında evlilik bağı kuruluyor. Bu olay, ailede bir nev’i tehdit olarak yorumlanmış ve kanbağı olan bu evlilik yüzünden dargınlıklar olmuştur. Daha da ileriki yıllarda dahi bir türlü hazmedilememiştir!
Şahinbaş’ların birçok kolu vardır ve Fatsa’da,Ordu’da, Trabzon’da Şahinbaş soyundan gelenler vardır.. Daha sonraki kuşaklardan ABD’ye göç edenler olmuştur.Bizimkilerin yerleştiği İstanbul’da dedem mülkiyeye intisap etmesi nedeniyle sonunda valilik makamına kadar yükselerek ülkenin birçok kentinde çok hayırlı hizmetler ifa etmiştir.
İsmail Fevzi Paşa’nın Arabistan cephesinde dönmekte olan perişan haldeki Türk askerlerinin bindirildikleri vagonlardı görmek için Askerlerin yanına gitmek ister. Fakat tifüsün yaygın olmasından dolayı, giderse kendisinin hastalanmasının kuvvetle muhtemel olacağını belirterek caydırmaya çalışılır. Fakat dedem askerler arasında dolaşır ve onlara maneviyat vermeye gayret eder. Konya’ya vardıklarında İsmail Fevzi Paşa tifüsten çok ağır hasta olmuştur ve oradan ileri gidemez. İstanbul’a haber yollanır, durum bildirilir.
Annem, babası gelecek diye mendil işliyormuş.. Konya’ya yetişmeye çalışırlar. Anneannem Konya’ya vardığında dedem artık ağırlaşmıştır ve ölümün bir hak olduğunu söyler. Vefat ederse Mevlana âşığı olarak Konya’da Hacet Tepesi’nin önüne gömülmesini vasiyet eder. İsmail Fevzi Paşa son nefesini Konya’da verir. Mezarının Mevlana Müzesi’nin düzenlenmesi sırasında diğerleriyle birlikte oradan kaldırıldığı söylenmiştir.
Avni Paşa’dan başka dedemin bir de Hasan Paşa isimli bir kardeşi daha vardır ki, pek bahsedilmeyen Hasan Paşa İstanbul Zaptiye Nazırı imiş.İsmail Fevzi Paşa ailesi İstanbul’da Şehzadebaşı’ındaki konaklarında yaşamışlardır. Ben de çocukluğumda anneannemin yanında olduğum için bu konağı hatırlarım. Bu konak ailenin, çocuklarının bakıcıları dahil olmak üzere İzmir’de oldukları bir sırada, Fatih’te başlayan bir yangın sonucu tamamıyla yanmış ve içinde kimseler olmadığı için de, eşyası kurtarılmak yerine talan edilmiştir. Bu nedenledir ki İsmail Fevzi Paşa’nın ve ailesinin belgeleri de yanıp yok olmuştur.


Avni Paşa’nın Hatıratı nasıl bulundu..
Yıllarca Avni Paşa’nın hatıratının varlığından bahsedilmiştir. Ancak hatırat Avni Paşa’nın hatıratı oğlu Süleyman Şahinbaş’ın 1985 yılında vefatından sonra ortaya çıktı. Çocukları Mehmet Şahinbaş ve Evnur Sargın hatıratı aile içinde paylaşmak inceliğini göstererek hatıratı bir süreliğine ailenin diğer fertlerine verdiler. Ancak hatırat eski yazıyla yazıldığı için aile bireylerince okunamadı.
Hatırat, Avni Şahinbaş tarafından, İskenderun’da mukim torunları Semir Bâki ve Semih Bâki’ye gönderildi. Semih Bâki hatıratı fotokopiyle çoğalttıktan sonra ablası Lemis Has’a gönderdi.
Lemis Has hatıratı büyük bir gayretle yeni yazıya çevirmeye uğraştı ve hatta bu çeviri için Osmanlı Türkçesini öğrenmeye çalıştı. Fakat sonunda Avni Paşa’nın evlatlarından hayatta kalan tek kızı Fitnat Türkmeneli ile birlikte bu çeviriyi en iyi yapacakları düşüncesiyle onun yanına gitti. Ne yazık ki, Fitnat Hanım’ın sağlığı bu çeviriyi sonuna kadar yapmaya imkan vermedi ve ancak 30-40 sayfa çeviri yapılabildi. Bu çeviri dahi bazı yerlerde asıl metne nazaran özetler halinde kaldı.
Avni Paşa’nin torunu Semih Bâki, Hatırat’ın kopyalanmış ciltli nushasını 2011 yılı başlarında bana emanet etmiştir. (Osman Öndeş)


Sicil Dosyasındaki kayıtlara göre;
Tümgeneral Ahmet Avni (1878-1934)
(3)


Aile durumu
Batum’da doğdu. Süleyman Bey’in oğludur. 1 Şubat 1934 yılında Lübnan – Cünye’de vefat etti. Mezarı Cünye’dedir.(4)


Öğrenim durumu
1895… Teğmen rütbesiyle Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu.
1896… Üsteğmen oldu.
24 Ocak 1898’de Kurmay Yüzbaşı oldu.
18 Mayıs 1898’de Kurmay Kıdemli yüzbaşı oldu.
28 Aralık 1901’de Kurmay Binbaşı oldu.
16 Nisan 1903’de Kurmay Yarbay oldu.
11 Şubat 1908’de Kurmay Albay oldu.
10 Aralık 1911’de Tümgeneral oldu.


Askeri Görevleri
24 Ocak 1898’de Genelkurmay Dairesi Kuvâ-i Umumiye Kısmına,
Daha sonra gönüllü olarak Tesalya Ordusu Kurmaylığı’na,
18 Mayıs 1898’de 7.ci Ordu Kurmaylığı’na,
15 Eylül 1898’de 13.cü Tümen Kurmaylığı’na,
8 Eylül 1900’de Genelkurmay Dairesi’ne,
31 Ocak 1902’de 1.ci Ordu Kurmaylığına atandı.
24 Nisan 1906’da tetkik için Doğu Rumeli Hat Mıntıkasına tetkik amaçlı olarak gönderildi.
18 Mayıs 1907’de 3.cü Ordu emrine tayin olundu.
11 Ekim 1908’de 1.ci Ordu 2.ci Nizamiye Tümeni Kurmay Başkan Vekili atandı.
23 Şubat 1909’da 1.ci Ordu 22.ci Nizamiye Tümeni 87.ci alay Komutanı,
31 Mart 1909’da 1.ci Ordu 3.cü Nizamiye Alay Kumandanı oldu.
25 Ocak 1910’da 4.cü Ordu Samsun Tugayı Komutanı oldu.
10 Ocak 1911’de 9.cu Babaeski Nizamiye Tümeni Komutanı atandı.
1Şubat 1911’de Mürettep Kuvâ-yı Askeriye Umum Komutanlığı refakatine atandı.
10 Aralık 1911’de San’a Tümen Komutanı,
6 Ocak 1914’de 10.cu Kolordu Askerlik Dairesi Başkanı,
I.Dünya Harbi başında 3.cü Ordu Menzil Müfettişi,
27 Mart 1915’de Kolordu Komutanı yetkisiyle Lazistan ve Havalisi Komutanı,
(Kafkas Cephesi 3.cü Ordu Harekatı Mart- Nisan 1916 tarihlerinde bu görevde devam etmektedir)
31 Mart 1916’da 10.cu Kolordu Asker Alma Kurulu Başkanı,
8 Ocak 1917’de 4.cü Kolordu Asker Alma Kurulu Başkanı,
3 Nisan 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Baş Menzil Müfettişi olarak atandı ve 11 Haziran 1918’de bu menzil müfettişliğine Kolordu yetkisi verildi.
12 Ocak 1919’da Nakliye Genel Müfettişi,
12 Şubat 1919’da 1.ci Kolordu Asker Alma Kurulu Başkanı,
4 Mart 1919’da Birinci Damad Ferit Kabinesi’nde Bayındırlık Bakanı (Nafıa Nazırı) olarak atandı.
2 Nisan 1919’da Birinci Damad Ferit Kabinesi’nde Bahriye Nazırı atandı.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali üzerine kabineden istifa etti.
15 Nisan 1920’de Sultan Vahdettin’ne Seryaver olarak atandı.
17 Aralık 1923’de askerlikle ilişiği kesildi.. (5)
Daha sonra affa uğradı.


Katıldığı savaşlar
1897- Osmanlı- Yunanlı Savaşı,
1911-1912 Trablusgarp Savaşı,
1912-1913 Balkan Savaşı,

1914-1918 I. Dünya Harbi.


Nişan ve Madalyaları
8 Ağustos 1897’de Yunan Muharebe Madalyası,
21 Mart 1898’de 4.cü Dereceden Mecidî Nişanı,
10 Şubat 1899’da 4.cü Dereceden Osmanî Nişanı,
10 Haziran 1905’de 3.cü Dereceden Mecidî Nişanı,
27 Kasım 1911’de 3.cü Dereceden Osmanî Nişanı,
15 Ekim 1916’da Kırmızı şeridli Harp Madalyası,
12Aralık 1916’da 42.ci Dereceden Mecidî Nişanı,
23 Eylül1917’de Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası.
-------------------------------------------------
(3)ve (4) Şahsi dosyasında bu tarihler hatalı gösterilmiştir.
(5)KKK’lığındaki şahsi dosyasında yeralan “Halife ile yurtdışına kaçtığına” dair ifade düzeltilmelidir. Avni Paşa, Sultan Vahdettin ile yurtdışına çıkmamıştır, aksine dokuz ay önce ailesiyle (30 Ağustos 1922’den sonra) Romanya’ya yerleşmiştir..


Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer’in anılarındaki
Bahriye Nazırı Avni Paşa

Ahmet Avni Paşa’nın çok kısa süre de olsa Bahriye Nazırlığı, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçme hazırlığı açısından büyük önem arz etmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Yaveri Cevat Abbas’ın hatıratında bu olaylar şöyle anlatılır (6) “Şişli’deki evine çekilerek bir gün gerçekleşecek olan derin görüşlerinin planlarının düşüncesiyle meşguldü. Tek yaveri kalmış olmak şerefiyle övünen ben, gündüz yanında idim. Bir gün bana, ‘Cevat, Bahriye Nazırı Avni Paşa’yı görmeliyim. Bunun için lâzım gelen girişimde bulun’ dedi.
Mustafa Kemal’in bu görüşmeden maksadı şu idi: Damat Ferit Paşa kabinesine Bahriye Nazırı olarak girmiş bulunan Avni Paşa, Mustafa Kemal’in Yıldırım Ordusunda menzil müfettişi idi. Mustafa Kemal, kendisini başarısızlığından dolayı vazifesinden affetmişti. Şimdi böyle başarısız kalmış bir kimsenin nasıl olup da bakanlık makamına getirildiğini gözleriyle görmek istiyordu.
Temin edilen günde Mustafa Kemal yaveri Cevat Abbas’la Bahriye Nezareti’ne gitti. Nazır Paşa ile konuşurken bir aralık bir sefertası getirildi. Bu, Nazır Paşa’nın evinden gönderilen öğle yemeğiydi.
Nazır Paşa: ‘Affedersiniz, hem konuşalım, hem ben yemeğimi yiyeyim.’ dedi ve yemeğe oturdu. Nazır yemeğini yerken Mustafa Kemal kendisine şu sözleri söyledi; ‘Sizi tebrik ederim. Devletin en büyük makamlarından birini işgal etmiş bulunuyorsunuz. Sizin gibi yüksek adamlar kıymetlerini gösterebilmek için ancak böyle yüksek mevkiler edinmek fırsatına kavuşabilmelidirler. Gerçi ben zât-ı devletinizi başka vazifelerde görüp tanımıştım. Fakat şimdi anlıyorum ki, kıymetinizi ölçebilmek için sizi bu makamdan görmek lazımmış.’
Bahriye Nazırı’nın koltukları kabarmıştı. Bu sözlerden pek hoşlandı. Mustafa Kemal’e teşekkür etti.
Avni Paşa bu ziyareti çok geçmeden Mustafa Kemal’e Şişli’deki evinde iade etti. O gün her vakit olduğu gibi Mustafa Kemal ile birlikte yemek yiyordum. Avni Paşa’nın geldiğini haber verdiler. Kalkıp paşayı karşıladım ve çalışma odasına götürdüm. Biraz sonra Mustafa Kemal misafiriyle görüştü. Avni Paşa çok telaşlı görünüyordu: ‘Paşam’, dedi. ‘Bizim kabinede Dahiliye Nazırı olan Mehmed Ali Bey, gayet kıymetli bir arkadaşımızdır. Ona sizden bahsetmiştim. Kendisi sizinle tanışmayı pek arzu ediyor. Müsaade buyurursanız hemen getireyim.’
Mustafa Kemal’in onayı üzerine Avni Paşa çıkıp gitti ve biraz sonra Mehmet Ali Bey ile beraber geldiler. Genç gibi görünen fakat hakikatte o kadar genç olmaması lazım gelen MehmeT Ali Bey Mustafa Kemal’e sordu: ‘Siz İttihat ve Terakkici misiniz?’
Mustafa Kemal: ‘Ben İttihat ve Terakkici değilim; fakat İttihat ve Terakki’nin kuruluşunda ve esas gayesinde onunla beraberdim.’dedi.
Mehmet Ali Bey, o halde neden İttihat ve Terakki ile beraber çalışmadığını sordu.
Mustafa Kemal, Enver Paşa’dan memnun olup olmadığı hakkında Mehmet Ali’nin sorduğu soruya da şu cevabı verdi: ‘Enver Paşa herhalde zamanın en kuvvetli bir adamı olması lazım gelir. Bunun aksini ispat edecek, elimizde hiçbir belge yoktur. Buna karşın kuvvetine kanıt olacak bir vesika vardır ki; o da Enver Paşa’ya mevkide iken kimsenin karşı gelmemiş ve ancak o memleketi terk ettikten sonra birtakım insanların başlarını kaldırmış olmasıdır. Böyle bir şahsın kuvvetli olmadığını söylemek lüzumsuz ve anlamsız bir iddia sayılmaz mı?’ Mehmet Ali Bey tekrar sordu: ‘Paşa Hazretleri, bugün Enver Paşa ile tekrar çalışır mısınız?’
Mustafa Kemal: ‘Buna açık şekilde cevap vermeliyim. Ben ömrümde ve askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği etmedim ki, bundan sonra böyle bir ortak çalışma peşinde olayım.’
‘Peki Paşa Hazretleri bizimle işbirliği yapar mısınız?’
‘Niçin etmeyeyim. Eğer siz memleketi bugün içine düşmüş olduğu felaketten kurtarmaya kararlı insanlarsanız.

Mehmet Ali Bey ayrılmak üzere kalktı ve ertesi gün için Mustafa Kemal’i Serkildoryan’da (Circle d’Orient Kulübü) öğle yemeğine davet etti.
Ertesi gün Circle d’Orient Kulübü yemek salonunda dört kişilik bir masa etrafında, Mustafa Kemal’in sağında Mehmet Ali Bey, solunda Avni Paşa oturdular. Mustafa Kemal’in karşısındaki koltuk boştu.
Mehmet Ali, salonun kapısının solunda oturmakta olan bir adamı göstererek: ‘Bu zât posta ve telgraf müdürü umumisi Refik Halit Bey’dir. Gayet kıymetli bir arkadaşımızdır. Masamızda ihtiyaten onun için bir yer hazırlamıştık. Müsaade buyurursanız, gelsin.’ dedi.
Mustafa Kemal: ‘Henüz kendisini tanımadım. Şimdilik bizde kalalım’ karşılığını verdi ve bu suretle Refik Halit sofraya çağrılmadı.


Avni Paşa’nın kayınpederi Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa hakkında (7)
Harbiye Nezareti’ne getirilen Müşir Şakir Paşa’nın bacanağı Yarbay Doktor Ahmed Reşit Bey’le yakın ilişikleri olan Abbas Cevat şöyle devam eder: “Bu zâtla yalnız akrabalığımız dolayısıyla görüşmüyordum. Hakikaten Ahmet Reşid namuslu ve faziletli bir kişi olarak tanıdığımdan hürmetle sever, sık sık apartımanına gider ve kendisiyle memleket işlerinde ürkütmeyecek kadar açık dertleşirdim.
Kendisine hikayelerimle ve tasvirlerimle Mustafa Kemal’in askerî dehasını Şakir Paşa’ya tanıtmak istiyordum. Yalnız her iki zâttan da Mustafa Kemal’in Anafartalar’la Conk muharebelerinde tanıdığım ve derin hayranlık duyduğum ve sonradan en yakın arkadaş gibi takip ettiğim yüksek kabiliyetlerini gizliyordum.
2 Nisan 1919’da Harbiye Nazırlığı makamına getirilen ve 1878 Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn mezunu olan Gürcü lâkaplı Mareşal Şakir Paşa, Mustafa Kemal’in Samsun’a gönderilmesini onayladıktan sonra, 19 Mayıs 1919 günü görevinden ayrılmıştır. 18 Haziran 1919’da yaşama veda etmiştir.
Harbiye Nazırı Mareşal Şakir, Ahmet Raşit’in evinde yatıp kalkardı. Bir gün doktorun vasıtasıyla uzun görüşme yaptığım Şakir Paşa’ya: ‘O yalnız bir askerdir. Verilen emri yapar. Hele Vahdettin hazretlerine pek bağlıdır. Padişahın Almanya seyahatleri esnasında kumandanım Mustafa Kemal’i ‘İstanbul’un ikinci Fatih’i’ sözleriyle takdir ederek, tebrik etmişti. Zât-ı şâhane kendilerini çok iyi tanırlar. Her işlerinde yaverleri Mustafa Kemal Paşa’dan en yüksek derecede istifade edebilirler. Esasen Zât-ı devletleri kendileriyle görüşseler Mustafa Kemal’in saydığım niteliklerini bendenizden daha iyi takdir buyuracaklarından eminim.
Büyük Harbin dört senesi içinde İttihat ve Terakki zümresiyle uğraştı durdu. Politikadan nefret eder. Kendisinin ordu müfettişliklerinden biriyle çırak buyrulması Zât-ı Şâhane’ye teklif olunamaz mı?
Bir teşebbüste bulunursanız, memleket ve ordu için kıymetli bir kumandan kazanmış olacaksınız.’ sözlerimle özetlenen Mustafa Kemal’i anlatmış ve emniyet ve güven yaratmaya çalışmıştım. Sözlerimi Mareşal Şakir’in tekrar ettiği suallerine, tereddüde düşmeden ve anlamlarını değiştirmeden verdiğim cevaplarımla inanılır bir hale getirdim.
Bu görüşmemizden bir iki gün sonra da Vahdettin’in ikinci esvapçısı Münir Kılıç’a tesadüf etmiştim. Çok hürmet ve muhabbet gösterdiği kumandanımın Cuma selâmlıklarına neden devam buyurmadıklarını sormuştu.
Münir Kılıç 7. Ordu’da ve Yıldırım Ordularında Mustafa Kemal’in yaverliğini ifa eylemiş, gençliğine ve acemiliğine rağmen kıymetli ve asil bir kişiliğe sahip olduğunu herkese teslim ettirmiş olan Muzaffer Kılıç’ın ağabeyi olduğundan ‘Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin tarafından ihmal edildiğinden pek müteessir olduğunu, esasen epeyce bir zamandır Almanya seyahatinde aldıkları rahatsızlıkları hafif hafif devam ettiğinden Cuma selamlıklarına devam buyuramadıklarından üzüntüler içinde olduğunu’ söyledim ve ‘Bir münasip fırsatta Zât-ı şâhaneye büyük arz olunmasına ricamı’ ilave ettim.
Kumandanımın yanına döndüğüm zaman görüşmelerimi arz ettim. Üç gün geçmemişti ki Münir Kılıç Bey Padişahın selamını Mustafa Kemal Paşa’ya getirmiş ve padişah fahrî yaverinin hatırını sorduğunu arz etmişti.
Şakir Paşa’ya yaptığım açıklama ve temennilerim, Mehmet Ali Bey ile Refi Cevat Bey’in güvenini ve itimadını kazandıran temasları ve soruşturmaları ve Mustafa Kemal Paşa’nın yeniden Cuma selâmlıklarına devama başlaması; artık padişahça ve hükümetçe toplanan kuşkuları ve kararsızlıkları ortadan kaldırmış, yeniden güvenilen ve itibar edilen bir kumandan olarak görülmeye başlanmıştı.
…Mareşal Şakir Paşa sonunda Vahdettin’in de sözlü iradesini almaya muvaffak olmuş ve Mustafa Kemal Paşa’nın memuriyetini onaylatmak için Vükelâ Meclisi’ne bizzat götürmüştü. Vükelâ Meclisi’nin görüşmelerinin devamı sıralarında da Sadrazam Damat Ferit Paşa lüzum gösterirlerse derhal mütalaa arzı için Mustafa Kemal Paşa’nın Babıâli’de bulunmasını rica eylemişti.

Mareşal Şakir Paşa her ilişkiyi tesis ediyor
Cevat Abbas şöyle devam ediyor: “Bâb-ı âli’de sadaret bekleme salonunda emre intizar ediyorduk. Vükela Meclisi’nden başarıyla ayrılan Mareşal Şakir Paşa kumandanımı çağırttı ve dış merdivene doğru yürürken, herşeyin arzuya göre çözümlendiğini bildirdi ve bundan sonra da “Cenab-ı Hak yardımcınız olsun” duasında bulundu.
Bana dönerek gülümsedi ve imâkâr bir yüz ifadesiyle ‘Memnunsunuz galiba’ dedi.
Cevabımı beklemeden Mustafa Kemal Paşa’ya döndü: ‘Yaveriniz akrabamdır. Fakat beni hiç sormaz ve aramaz, pek nadir gözükür. Ancak yakınan biliyorum, zât-ı devletinize pek bağlı ve düşkündür.’
Ağır ağır söylediği bu cümleleriyle tecrübeli politikacı asker beni de tarifsiz bırakmadı. Sırası gelmişken arz edeyim ki Gürcü Mareşal Şakir’in aslında namuskârlığı, gözden düştüğü zaman çektiği ıstıraplardan anlaşılmıştı. Eskiden aldığı terbiyenin icabı olarak hanedana pek bağlı olmaktan başka, bu zâtın bir kusur yoktu. Gözden düştüğü uzun senelerinde son sürgün yeri Gemlik civarı köylerinde kalabalık ailesinin geçimini ve iaşesini temin için pek kısıtlı tarımla uğraşabildi. Temiz alnına en büyük tanık, o zamanlar üzerinde taşıdığı pejmürde elbiseleriydi.

Şakir Paşa, Harbiye Nezareti’ne getirildiği zaman yaşını başını almış bir çağdaydı, yıpranmıştı ve prostat rahatsızlığından son derece ıstırap çekiyordu. Bir ayağı mezarda olan bu zâtın Mustafa Kemal Paşa’nın 3.cü Ordu Müfettişliği’ne tayin olunmasına delâleti bence çok samimiydi. Mareşal Şakir Paşa’nın bu delâleti ömründe yaptığı işlerin en büyüğü olarak yerinde ve zamanında gerçekleşen vatanî ilk ve son yüksek hizmetidir.


Cevat Abbas Gürer’in hatıratından
Samsun’a hareket öncesi

İrade-i Şahane’ye arz edilmek üzere Harbiye Nezareti’ne bizzat vükelâ kararını götüren Mareşal Şakir Paşa, kumandanımı otomobiline kadar geçirdi.
Mustafa Kemal Paşa yalnız kalır kalmaz bana dönerek ‘Cevat şimdi beni anlayan ve bana samimiyetle bağlanacak ve işten ziyade maksadıma hâkim olacak yetenekte bir yaver ve birkaç emir zabiti ve mülhak zabitler bul’ emrini verdi.
Otomobille Harbiye Nezareti’ne Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cenap Paşa’yı ziyarete gittiler.
…Büyük bir rastlantı vaktiyle 3.Ordu’da bulunduğumuz zaman kurmay heyetimiz mensuplarından yedek subay Teğmen Sedar Rıza’yı Harbiye Nezareti koridorlarında gördüm ve görevini öğrenmek istedim. İngilizceye gayet iyi vakıf bu mert çocuk, İngiliz askeri heyetinin tercümanlığını ve Türkçe işlemlerin çevirilerini yapmakta olduğunu anlattı. Hareketimiz ait müsaadeyi İngilizlerden gizleyerek görev yapıp yapamayacağını sordum.
‘Merak etme, ruhları bile duymaz. Benim de bu kadarcık bir hizmetim olsun’ dedi ve evrakımızı aldı, birkaç dakika sonra getirdi. Kendisinden başka hareketimizi kimsenin bilmeyeceğini söyleyerek kumandanına güvence verdi.
Hareketimizden önce Mustafa Kemal Paşa Bâb-ı âli’de Sadrıazama ve makamlarında Dahiliye ve Harbiye Nazırları’na veda ettiler.
Mayısın onbeşi cumaya rastlıyordu.

3.cü Ordu Müfettişi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Padişah’a vedası haliyle camide oldu. Namazı müteakip huzura çağrılan Mustafa Kemal Paşa’nın bir saatten fazla padişahla konuşması herkesin dikkatini çekti. Halbuki kahveler ve sigaralar içilmiş, gözlerini kapayarak ve epeyce durduktan sonra konuşan Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya istemeyen gönlünün ağzından yayılarak dökülen hareket ve başarı temennilerinde bulunmuş, İzmir’in işgalinden dolayı teessürlerini belirtmiş, ‘Aksi halde orasını da işgal edebilirler’ demiş ve ‘Bütün suçluluk İttihat ve Terakki’nin ve onların hempalarınındır. Bizim millet daha böyle fıkralarla hareketten uzaktır’ gibi bir sözler söylemişti.
…Cevat Abbas Gürer’in akrabası olan Harbiye Nazırı Mareşal Şakir Paşa vasıtasıyla Padişah Vahdettin’in onayı alınmış ve Mustafa Kemal Paşa’ya Üçüncü Ordu Müfettişliği görevi verilmişti.. Bu görev Samsun yoluyla Anadolu’ya çıkabilme olanağını sağladığı için, aylar önceden gizlice hazırlanan Kocaeli üzerinden Anadolu’ya gizlice geçme planına artık gerek kalmamıştı.
__________________________
(6) Turgut Gürer, “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer-Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 yıl”,Gürer Yayınları, 6.cı Baskı ,s.188-189 ve 213-220.
(7) a.g.e. 211,212,213,215,216,225.


Bahriye Nazırı ve Başyaver
Avni Paşa’nın Hatırat’ından bazı bölümler

Hatırat’ın Önsöz’ünün başlığı; “Ferit Paşa Kabinesi” ve şöyle devam ediyor; “Yazmaktan ziyade okumaya dalmıştım. Yazmaya heves ettim. Elimde vesika olarak bir kurşun kalem ile hafızamdan başka bir şey yoktu. Yalnız sözlerimi işiten, bilen, hatta ezberleyen pek çok iyilik beni yazmaya teşvik ettiler.
Ben ise, vakalar tamamen hafızamda menkuş (Belleğime işlenmiş) olmasa bile, alnımda yazılmış gibi, herkes okuyor, görüyor zannediyordum. O halde, ben de, leyhimde, aleyhimde olsun, yazılmış basılmış görmeyi arzu ettim.
Refah içinde yaşıyorken kişi kendini göremezmiş!
Düşündüm; fâni insanlar servetleri gibi, bildiklerini de bir başka âleme götürmeye hakları yoktur. Çünkü hakikatlar ve vak’alar bir “Senet-i Müştereke” ortak belge, bir ortak maldır. Herkimde bulunursa bulunsun, hemşerilerine verilmesi icap eden bir borçtur. Bu mülahaza ile, gördüklerimi, işittiklerimi, hatta söylediklerimi bir araya topladım. Tarih sırasına pek de bakmadım; zira benim niyetim tarih yazmak değil!
Bu kitaba ne tarih denir, ve ne de hatırat. Bu kitap, belki müverrihlerin işine yarayacak ve tarihe mâl olacak. Yazacaklarım örtülü kalmış, hasbel (Rastlantı) memuriyetim sırasında bildiklerimi anlatan, aktaran yaşamıma ve çevreme ait olayların tanıklıkları içeren bir bütündür. Bunların tamamını anlatırken, hoş veya nahoş olması düşünülmemiştir. Hedef, asla ahlâka hizmet olduğundan, kayda alırken yalnız gerçeklerin saptırılmamasına ve hatıra feda edilmemesine dikkat edilmiştir. Bilhassa ismi mevzubahis olan kişiler kimlerse mutlaka takdir veya hakkında bir yumuşatma gibi bir yöne itibar edilmemiştir. Bununla beraber kimi işaret ediyor isem; tarif, hüviyet ve hizmetlerinde bulunuyorum.
…Bu eserde naklettiğim hangi olay, konuşma, görüş velhasıl neyi yazdıysam, bunların tümünün şunun veya bunun gözüne hoş görünmesi veya beğenilmemesi, sevimsiz sayılması düşünülmemiştir. Asıl hedefim ahlâka hizmet olduğundan gündeme getirirken ve yazarken, bu satırlara nakledilen her şahsiyetin gerçek kimliğiyle anlatılmasına ve bilhassa gerçeklere dayanarak kaydedilmesine dikkat edilmiştir.
Kaçınılmaz olarak, ismi geçen şahsiyetleri ille de eleştirmek veya saldırmak gibi bir tavırdan kesinlikle uzak kalınmıştır. Bununla beraber birisini tanımlarken ve hizmetlerinden lakaytlık iddiasında bulunmuyorum. Şu kadar ve belki muhzır görülürsem muatebeye (Azarlama) hacet yok zira: “Bir adama her işittiğini ve her yaptığını söylemesi ve yazması günah ve ceza olarak kâfi ve âtîdir.
Allah’ın selâmı üzerinizde olsun!


Avni Paşa’nın Hatıratı için başlıklara göre kısımlar sıralama yapılmış ki, Bu kısımlar ve sıralamadaki konular şöyledir:

Birinci Kısım
1-Sadrıazam Tevfik Paşanın İstifası,
2- Hürriyet-i İtilaf Fırkasına Seçilmek İstemeyişim,
3-Bağımsızlık ve Tarafsızlık Sorunu,
4-Birinci Damad Ferid Paşa Kabinesinin Kurulması,
5-Kabinede Harbiye Nezareti’ne ilaveten Nafia Nezaretini üstlenişim,

6-Yemin Töreni için Huzuru Hümayuna Kabul,
7-Hattı Hümayun’nun okunması,
8-Kabinenin Programı, İcraatı,
9-Divan-ı Harblerin birleştirilmesi,
10-Tutuklanma,
11-Sıdkı Beyin Dahiliye Nezaretine Vekaleti.


İkinci Kısım
1-Abuk Paşa’nın Harbiye Nezareti’nden istifası
2-Bahriye Nezareti’ne tayinim
3-Dahiliye Nazırı Cemal Bey’in istifası
4-Mehmet Ali Bey’in Dahiliye Nezareti’ne tayini
5-İtilaf Devletleri Temsilcileriyle Görüşmeler
6-Anadolu ve Rumeliye Şehzadegan Başkanlığı’nda
Heyetlerin Gönderilmesi
7-Mekteb-i Sultaniye’de Ziyafet ve Nutuklar
8-Ermeni Tehcir ve Taktili Sorunu
9-Kürt Mustafa Paşa’nın Bana Hücumu
10-Hürriyet ve İtilaf Fırkasının İddia ve İtirazları
11-Adliye Nazırı Sıdki Bey’in İstifasının Nedeni
12-Adliye Nezareti’ne Cemil Molla Bey’in Tayini


Üçüncü Kısım
1-Bahriye Nezareti’ndeki İcraatım
2-Cemal Paşa’nın bir Mektubu ile Souchon Paşa’nın bir Raporu
3-Fransızların bahriyeden almak istedikleri İstimbot
4-Seyr-ü Sefain Genel Müdürlüğü
5-Harp Kömür Merkezi’nin İtilaf Devletleri ile Müştereken İdaresi
6-General Franchet d’Esperey’nin Mühim Bir Notası
7-Heybeliada’daki Mektebin tekrar Rumlara İadesi
8-Rauf Bey’in Bahriye mesleğinden İstifası
9-Bahriye Mektebi’nin İntizamı
10-Almanya’dan avdet eden Bahriye Talebesinin Şüpheli Tavrı


Dördüncü Kısım
1-Cevat Paşa’nın erkanı riyaseti
2-Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Görevli olarak hareketi
3-Miralay İsmet Bey’in ve bazı arkadaşlarının eleştirileri
4-Damat Ferit Paşa’nın Hâli ve Şânı


Beşinci Kısım
1-İstanbul’da İtilaf Devletleri Arasında Hissolunan Ayrılıklar
2-İngilizlerin Umum İşgal Kumandanlığını Almaları
3-General Franchet d’Esperey’in İstanbul’dan Ayrılması
4-İngilizlerin Yunanlılarla Yeniden İşbirliği
5-İtalyanların Nazikane ve Tarafsız Vaziyetleri
6-İzmir Hakkında İtilaf Devletleri’nin Notası
7-Lloyd George ve Venizelos
8-Kabinenin Müttefiken ve Müctemien (Topluca) İstifası
9-Protestolar, Mitingler, Tutukluların Tahliyesi
Birinci Damat Ferid Paşa Kabinesi
Yenilgiye uğradığından dolayı Kabine Değişikliği
Son cemaat safından mihraba sıçramak
Kuvâ-yı Milliye’nin iç yüzü ile üç yüzü
Kuvâ-yı Milliye, İttihat ve Terakki gibi bir terkiptir. Ben Kuvâ-yı Milliye’den korkmuyorum. Bilahere şekil değiştirmesinden ve hedef ve edebileceğinden ürküyorum.


Avni Paşa
21 Temmuz 1341(1925)

Ahmet Avni Paşa’nın Bahriye Nazırı olarak künyesi
Ahmet Avni Paşa’nın İstanbul’a avdetinden sonra, Nafıa Nazırı ve Bahriye Nazırı olmasına dair resmî kayıtlarda bazı eksiklikler ve hatalar vardır. Bu kaynaklardan yapılmış alıntılar, bu hataları aynen tekrarlamış, bazıları ise fark edilmiştir.
“Harp Akademileri’nin 120 Yılı”(8) başlıklı künye kitabının Bahriye Nazırlığı yapmış olan kurmay subaylar bölümünde Bahriye Nazırı Ahmet Avni Paşa’ya ait bilgi mevcut değildir. Ayni şekilde Nafıa Nazırlığı yapmış olan Kurmay Subaylar Bölümü’nde de Ahmet Avni Paşa’ya ait bir kayıt yoktur.
Mezkûr eserin 1970’de yapılan yeni baskısında Bahriye Nazırları bölümüne Avni Paşa maddesi ilave edilmişse de, bazı alıntılarda, künyesi yazılım hatası olarak 1895 yerine yerine 1985 olarak görülmektedir.
Bu kaynak esas alınarak “Denizlerimizin Âmirleri” başlıklı eserde (9) künyesi “P.1895- b-13, Akademi 1898” olarak görülmekte ve şöyle denilmektedir: “Sınıfı 50.ci sınıf. 1897-1898 mezunu (24 Ocak 1898) başlığı altında 17 kurmay subay. Harp Okulu sıralamasıyla kurmaylık sıralaması altüst olmuş. Bu sınıfta ancak 4 tümgeneral var. Sınıfın başında Ferit Cemal Mersinli (P.1895- b-12) var. Ünlü bir isim Küçük Cemal Paşa-Büyük Cemal Paşa hikâyesi. Büyük Cemal Paşa zaten iki sınıf yukarıdan. Bir sonraki sınıftan da (51.sınıf) ünlü olarak 13. Sırada (Tamamı 18) Mareşal Fevzi Çakmak (P.1895- c-7) ve 14. Sırada da Orgeneral Ali Sait Akbaytugan (P.1895-c-1) var ki, Yemen’in son komutanıydı…
Bahriye Nazırı Ahmet Avni Paşa 11.sırada görülüyor. 17 Aralık 1923’te emekli edilmiş ve 1933’de ölmüş; Avrupa’da medfun.
Osmanlı döneminin son padişahı VI. Mehmet Vahdettin’in son zamanlarında başyaveriydi. Onunla birlikte yurtdışına kaçmış ve 17 Aralık 1923’de Ordu’yla ilişiği kesilmiştir. (Kaçma ifadesi gerçekdışıdır. Vahdettin ile yurtdışına kaçmamış, çok daha önce ailesiyle birlikte Romanya’ya gitmiştir.Osman Öndeş düzeltmesi)

Ahmet Avni Paşa her asker gibi atandığı yerlerde başarılar göstermiş ki generalliğe yükselmiş ve bakanlıklarda bulunmuştur. Bayındırlık Bakanlığı (3 Mart 1919- 2 Nisan 1919) ve Bahriye Nazırlığı (12 Nisan 1919 – 21 Temmuz 1919).
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya Müfettiş olarak görevlendirilmesine dair çabaları Şakir Paşa’yla birlikte olduğu için, burada onları tekrar etmeyeceğiz.

Bir alıntıda “Tuğamiral Ahmet Avni Paşa” diye yazılmasını düzeltmek zorundayız; Ahmet Avni Paşa bir kara subayıdır ve Tuğgeneral olarak düzeltilmesini hatırlatmalıyız! (Osman Öndeş düzeltmesi).
Harp Akademileri’nin mezkûr neşriyatında yeralan “Avrupa’da medfun” ifadesinin “Avrupa” olmadığını, fakat Beyrut - Cünye Kasabası olduğunu belirtmeliyiz.
Yine Sultan Vahdettin’le yurtdışına kaçtığı ifadesinin doğru olmadığını, bu hatalı ifadeyi (10) tarihî bir bilginin düzeltilmesi adına işaret etmeliyiz. Mezkûr tebliğdeki “Padişahla beraber yurt dışına kaçınca” ifadesi yanlıştır. Sultan Vahdettin İngiliz Devleti’nden yardım isteyerek Malaya zırhlısıyla İstanbul’dan kaçtığı sırada Ahmet Avni Paşa ailesiyle birlikte Romanya’daydı. Bu yanılgı büyük olasılıkla KKK’deki Tercüme-i Hâl kaydındaki hatadan ileri gelmektedir ve alıntı yapanlar bu hatayı tekrarlamaktadırlar.

Ahmet Avni Paşa’nın İstanbul Deniz Müzesi Deniz Tarihi Arşivi Künyeler Bölümü’ndeki
Künyesi, Bahriye Nezareti’ne tayinine ve görevden alınmasına dair Sadrazamlık yazıları.

Bahriye Nazırı Mirliva Ahmet Avni Paşa’nın Künyesi İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı Deniz Tarihi Arşivi Künyeler Bölümü’nde yer almaktadır ve bu künyedeki bilgilerle, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın; Nafıa Nâzırı Avni Paşa’nın Bahriye Nâzırı olarak atanmasına ve bu makamdan alınmasına dair iki yazısı ilkkez tarafımdan bu eserde yayınlanmaktadır. Deniz Müzesi’nin arşivi artık Deniz Müzesi’nden alındığından, geçmiş yıllarda bu sicil kayıtlarına ulaşmış olmam büyük bir şans eseri olmaktadır!(11)

Bahriye Nazırlığı öncesine ait tüm kısımları cevapsız bırakılmasına rağmen, bu künyenin günümüz Türkçesiyle aktarımı şöyledir:
İsmi ve Pederi İsmi
Bahriye Nazırı- Mirliva Avni Paşa
Veladeti:-
Mahal-i Tevellüdü
Vilayeti:-
Kazası:-
Karyesi:-
Mahallesi:-
Tasrih-i Tevellüdü
Arabî:-
Rumî:-
Tahsil Ettiği Mekâtib ve Vâkıf olduğu Elsine
Kuyûd- Esasiye Numaraları
Sicili:-
Muavine:-
Mekteb veya Asker künyesi:-
Cedid künye:-
Atik künye:-
Tahakkuk Eden Kıdemi ( 13.. Senesi ibtidasındaki kıdemi)
Gün/Ay/Sene –
İhtisası
-
Tarih-i Tehhülü
-
Duhul ve Nasbı
-
Müddet-i Hizmet ve Vazifesi
02 Nisan 1335 Bahriye Nâzırı
20 Mayıs 1335 İbkaen Bahriye Nâzırı
22 Temmuz 1335 İnfisal etmişdir.
Hamil olduğu Nişan ve Madalya
-
Suret-i Mezuniyeti
-
Mükafat
-
Meşruhat
Bâb-ı Ali
Saderet-i Uzma
Umur-ı Mühimme Müdüriyeti- 65
Evrak-ı Umumiye -61 /II. Daire I. Şube.
Nafia Nazırı Avni Paşa Hazretlerine
Saadetlü Efendim
Bahriye Nezaretinin uhde-i vâlâlarına tevcihi hususuna ledel arz 2 Nisan 1335 tarihinde irade-i seniyye-i hazret-i hilafet-i penahî şeref- müteallik buyurulmuş olduğu beyânıyla tezker-i muhlisi terkimine ibtidâr kılındı, efendim. 1 Recep 1337/2 Nisan 1335 Sadrazam Damat Ferid.
Bâb-ı Ali
Sadaret-i Uzma -98
Evrak-ı Umumiye- 108/ II. Daire I. Şube,
Bahriye Nâzırı Sâbıkı Avni Paşa Hazretlerine
Saadetlü Efendim Hazretleri
Bahriye Nezâret-i aliyesinin uhde-i vâlâlarına tefvizi hususuna ledelarz irade-i seniyye-i hazret-i hilafet-i penahî şeref- südûr buyurulmuş olduğu tezkere-i hulûs-verî terkîm olundu, efendim. 19 Şaban 1337 ve 20 Mayıs 1335.
İnfisâl etmekle Bahriye Nezâretine ayandan Salih Paşa tayin kılınmdır. Dersaadet’e avdetine kadar ayandan I.Ferik Utufetlü Ali Rıza Paşa Hazretleri’nin nezaret umurunun vekâleten ifâsı hususuna irade-i seniyye şeref- sâdır olduğu şeref- südûrdur. 21 Temmuz 1335 ve 22 Şevval 1337 tarihli tezker-i samiyede emir ve iş’âr buyurulmuştur.
Evrak-ı Umumiye- 157/II. Daire I. Şube 2828/35.

______________________
(8) Harb Akademilerinin 120 Yılı, 1846-1968, s.28-29-30 ve 35-36, Harb Akademileri Neşriyatı 1970.
(9) E. Dz. Alb. İbrahim Akkaya- E. Öğ. Alb. Fahri Ayanoğlu, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Günümüze Denizlerimizin Âmirleri”, Sf.136, Deniz Kuvvetleri Yayını, Deniz Basımevi, 2009.
(10) Fevzi Çakmak, Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı, Yayına Hazırlayan Ahmet Tetik, İşkültür Yayınları 2011, Altıncı Konferans bölümündeki 407.No’lu açıklama; “Tümgeneral Ahmet Avni, 1311-b.P13 ( ? – 1933) 1895 yılında Harp Okulundan, 1898’de Harp Akademisi’nden mezun oldu. Çeşitli birliklerde ve karargâhlarda çalıştı. Tümen ve Lojistik Destek komutanlıklarında bulundu. 1897 Yunan, Trablusgarp, Balkan ve Birinci dünya Harbine katıldı. Padişahla beraber yurt dışına kaçınca, 17 Aralık 1923’de askerlikle ilişiği kesildi.
Dr.Hülya Toker, Nurcan Aslan; Birinci Dünya Savaşına katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki komutanların Biyografileri, Gnkur. ATESE Başkanlığı Yay. Ank.2009, Cilt II.,s.20-22.
(11) İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı, Deniz Tarihi Arşivi, Künyeler Bölümü, Defter Numarası 1, Sayfa/Sıra Numarası 8A.


Karadeniz Cephesi’indeki mücadelesi
Talat Paşa’nın yaverliğini yapan Arif Cemil Bey, Osmanlı Devletinin son dönemine damgasını vurmuş Teşkilât-ı Mahsusa gibi gizli bir örgütte yeralmıştır. Enver Paşa’nın kendisine bağlı olarak oluşturduğu bu istihbarat örgütü özellikle I. Dünya Harbi sırasında çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur.
Arif Cemil Bey hatıratında: (11) “Rıza ve Nail Beyler o aralık Trabzon’da teşkilât yapmakla meşgul oluyorlardı. Erzurum mıntıkasına Doktor Bahaettin Şakir Bey gönderildiği için Trabzon mıntıkası Rıza Bey’e kalmıştı.
…İlk olarak sopalı mutasarrıf nâmı verilen ve o sırada Rize mutasarrıfı olan Cemal Azmi Bey Trabzon’a vali tayin edilmişti.” diyerek, gerek Trabzon’da bulunan Gürcülerden, gerekse Rusya ile ticarî münasebetleri olup Rusya’ya gidip gelen kişilerden Rusya ve Gürcülerin hareket tavırları hakkında bilgi almak istendiğini, şayet Rusya Türkiye’ye karşı düşman vaziyeti alacaksa, Rusya’da bulunan Gürcülerin şimdiden Türkiye’ye taraftar edilmelerine çalışılmasını, Gürcüleri silahlandırmayı ve işe yarayabilecek elebaşlarını Trabzon’a getirmek gibi müzakerelerin yapıldığını yazar.
“Doktor Bahaettin Şakir Bey, Teşkilât-ı Mahsusa kumandanı Halit Bey’in bu teşkilâta ait idealini anlatan fikirlerini çok beyenmekteydi ve onu takdir ediyordu. Fakat orduyla Teşkilât-ı Mahsusa büsbütün ayrı şeyler olduğundan ve Teşkilât-ı Mahsusa her nekadar ordunun emrine tâbi olsa da gene, Bahaettin Bey’in Halit Bey’e tavsiye ettiği gibi, her emrini dinlemeğe kendini mecbur görmediğinden, teşkilâta mensup olan kumandanların bütün arzularını yerine getirmek mümkün olamıyordu.
Meselâ ordu kumandanlığı zabit ayrılarak Teşkilât-ı Mahsusa emrine verilmesine razı olmuyordu. Doktor Bahaettin Şakir Bey, Hilmi Bey’e karşı olan hissiyatını gösteren bir telgrafında şöyle diyordu: ‘Bu muharebede senin ve sana bağlı olanların gösterdiği hamiyet ve fedakârlık büyüktür. Huda âlem sana olan muhabbetim o kadar büyüktür ki, bunu anlamak için kalbime girmelisin ki, göresin.
Erzurum’da öğrendim ki, burada kâfi miktarda silah ve cephane ve bilhassa eski martinler çoktur. Ben onları sizlere göndermek için çare bulacağım. Siz de Şavşat ve Ardanuç’ta yeniden teşkilât yaparak efrat hazırlayınız. Bu telgrafımı aldığınız zaman onları kafileler halinde kendi silah ve cephanelerini almak üzere Yusufeli’ne doğru gönderiniz. Ali Efendi’yi de silah ve cephane almak üzere yüz hayvanla Erzurum’a gönderiniz. Fakat yollarda hastalık olduğu için Erzurum’a gelirken konak yeri olmayan ıssız köylerde kalarak gelsinler.
Madem ki bütün kıtaları bu mıntıkaya almayı başardık, Ahmet Bey’i de buraya mıntıka kumandanı tayin etmek muvafıksa tayinini icra et ve her halde Sabit Bey çetesini bir kere teftiş ettir. Bu sırada Artvin civarındaki İslâm ahali çok büyük bir merak ve endişe içinde bulunuyordu. Çünkü Rusların tazyiki gittikçe artıyordu.
…Ruslar, Artvin’in son günleri yaşamakta olduğuna şüphe bırakmamıştı.
…Ordu Teşkilât-ı Mahsusa’ya tamamen vaziyet etmek istediği için Hilmi Bey şimdi hemen her gün
Doktor Bahaettin Şakir Bey’e telgraf çekerek ondan imdat istiyor ve Teşkilât-ı Mahsusa’yı ordunun elinden kurtaracak emri almadıkça Kafkas cephesine zinhar dönmemesini hatırlatıyordu.
Hilmi Bey İstanbul’da Doktor Bahaettin Şakir Bey’e çektiği bu telgraflardan birisinde diyordu ki: ‘Avni Paşa ve Kara Vasıf umumî Teşkilât-ı Mahsusa’nın nizamiye gibi tanzimine ve sevk ve idaresine memur oldular. Bunların ikisi de şimdi Trabzon’dadır. Biz bu kadar zamandan beri çalıştık, çabaladık. Bu fikrin tatbikinde hiçbir fayda beklenilmemektedir. Bazı kişilerin işe karışması Teşkilât-ı Mahsusa’nın nihayet böyle bir şekil almasına sebep oldu. Bizim için bu vaziyette çalışmaya imkan yoktur..
Hilmi Bey’in feryatları pek boşuna değildi.”
14 Mart 1915 günü Ruslar cepheden saldırıp, yandan da hafif donanmalarının yardımıyla Arhavi’ye girdiler. (12) 20 Mart günü Artvin’e saldırmaya başladılar. 27 Mart 1915’de Artvin Rusların eline geçti.
28 Mart günü Avni Paşa Lazistan Çevresi Komutanlığı’na atandı. Yarbay Vasıf, kurmay başkanlığına getirildi. Avni Paşa’nın emrinde Stange Müfrezesi, Teşkilât-ı Mahsus gönüllü grupları ve Trabzon Seyyar Jandarma Alayı bulunuyordu… Bu arada Stange hastalanmış ve cepheden ayrılmıştı.
4 Nisan 1915 günü Ruslar Milo’yu işgal ettiler. Yüzbaşı Halit komutasındaki 1500 mevcutlu Milo Müfrezesini Göldağ - Cicim hattına sürdüler. Bunun üzerine Erzurum’da yeniden kurulan 29 uncu Tümenin Tortum’a gönderilmesi için hazırlıklara başlandı.
8 Nisan günü Ruslar İşhan’ı işgal ettiler. 29 uncu Tümen 9 Nisan’da Tortum’a geldi,19 Nisan günü Vihik- Kisha’ya yerleşti. (13)
Erzurum Muharebesi devam ederken, Karadeniz ve Muş - Bitlis bölgelerinde de Ruslar taarruza geçmişlerdi.
Sahil Müfrezemiz 14 ve 25 Ekim 1915; 29 Aralık 1915, 7- 8 Ocak 1916, 18 Ocak 1916 tarihlerinde Rus mevzilerine üst üste saldırmış, fakat Rusları atmayı başaramamıştı.
16 Şubat 1916 tarihinde Türkler yine geri çekilmek zorunda kaldılar. Ruslar, Büyükdere’nin Batı sınırlarına kadar takip ettiler. Burası gayet sarp ve sağlam olduğundan, Ruslar durdular.
Avni Paşa şubat ayının sonlarına doğru bir akşam geç vakit Alano Sohot Köyü’ne intikal etti.
(11)Arif Cemil Denker, Birinci Dünya Savaşında Teşkilât-ı Mahsusa,Yayına Hazırlayan Metin Martı, Arma Yayınları,İkinci Baskı, Sf. 20-21, Sf.232-250, 2006.
-------------------------------
(12)Fevzi Çakmak, Büyük Harpte Şark Cephesi Harekâtı, Üçüncü Konferans Sf.122,123-Yayına Hazırlayan Ahmet Tetik, İşkültür Yayınları 2011.
(13) a.g.e Sf 211-212.


FOTOĞRAFLAR

 

Ahmet Avni Paşa’nın eşi Münire Hanım ve (Sağda) küçük kızı Münire Hanım
Kaynak:Ahmet Avni Paşa ailesi fotoğraf arşivi

Avni Paşa Ailesi- Ön Sıra Soldan Oğlu Münir, Eşi Münire, Avni Paşa,Kucapında Fazilet,Fitnat.
Arka sıra Soldan;Meziyet,Fitnat,Süleyman.Kaynak:Ahmet Avni Paşa aile arşivi.

 

Ahmet Avni Paşa’nın Hatırat’ından bir sayfa.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

google